24 tweet’le yiten özgürlük ve sahipsiz kalan şarkılar

ELİF TUNCA 02 Nisan 2017 PORTRE

Hava kapanır, eser batıdan / Bir çocuk evine döner yatıdan

(Can Bonomo- Hikayem Bitmedi)

31 Mart 2017 günü, “Hele bir Bünyamin’in sesini duyayım, ondan sonra.” diye diye geçti. Kolay değil; bir çocuğun yatıdan eve dönmesini bekliyorduk. Yazı siparişleri, evin içinde yapılacak işler, kısa vadeli birtakım planlar programlar hep aynı cümleye çarpıp döndü; hele bir Bünyamin’in sesini duyayım. Tahliye kararının ardından Silivri’ye yola çıkan kardeşinden haber bekliyordum. Ama gelen haber, beklediğim değildi. “Abla, galiba bırakmayacaklar ağabeyimleri.” diyordu. Panikle haberlere, internete göz gezdirince işin sırrı çözüldü. Son anda çiziktiriverilen tutukluluğun devamı ve gözaltı listelerini didik didik ettik karşılıklı. Ve sonunda ne o beni ne ben onu teselli için bir cümle kurabilecek haldeydik. Bekleyişimiz, heyecanımız, ümidimiz öylece havada asılı kaldı..

Nerede kendini bilmez çocuklar / Bir sabah öylece çekip gittiler

(Metin & Kemal Kahraman – Deniz Koydum Adını)

Kendini bilmez yani çıkarını hesap etmeyi, kendini kayırmayı bilmez çocuklardandı. Bir sabah gözaltı listesinde adı olduğunu öğrenince endişeyle aradığımda, “Şimdi doktordayım, buradan çıkınca giderim herhalde. Gerçi bana ulaşmadı, eski ev adresine gitmiş. Ben de haberlerden duydum ama bir gidip bakalım, neymiş!” dedikten sonra öylece çekip gitti. Gidiş o gidiş; bir daha sesini duymak nasip olmadı. Yüzünü gördüm gerçi; televizyonda, elleri kelepçeli götürülürken. Önünde ve arkasında yıllarca beraber çalıştığım diğer isimlerle birlikte..

Aslında onlara nazaran Bünyamin’le dostluğumuz yeni sayılırdı. Benim ayrıldığım sırada Zaman’da işe başladığı için birlikte çalışmadık hiç. Fakat ben bulduğum her fırsatta gazeteye gittiğim için herkesle bir şekilde tanışıklığımız vardı. İşte bu mutat Zaman ziyaretlerimden birinde gelişti dostluğumuz esasen. Gazetenin ikinci katında ufak bir bölümde kendine yer bulan Meydan gazetesine de uğramıştım. Bünyamin’le muhabbeti ise oradan, gazetenin karşısındaki pastaneye gittiğimizde koyulttuk. Hatıralar, hayaller, müzik, sinema, habercilik, edebiyat, İzmir, Adana derken akşam oluverdi ve bir anda onun önceden davetli olduğu bir akşam yemeğine iştirak etmek üzere yolda buldum kendimi. Nusayrî bir dostunun annesinin hazırladığı felafel teklifine dayanamamıştım. Bu nefis gün ve akşamın sonunda tekrar görüşmek dileğiyle ayrıldık.

Tekrar görüşmemize, Suriyeli mültecilerle ilgili haber yapmak üzere bir süre sonra İzmir’e gelmesi vesile oldu. Fırından yeni çıkmış boyozları kapıp Fuar’da kahvaltı ettikten sonra Basmane’yi karış karış dolaşıp haberi için bilgi topladık. Akşamsa yaz tatili için şehre gelen kardeşimle birlikte Kordon’a attık kendimizi. Bünyamin iş değiştirmek üzereydi, boşanmak üzereydi; kardeşim okulundan ve yaşadığı yerden memnun değildi, ben İzmir’de daha ne kadar yaşayıp ne yapacağımdan emin değildim ama bir geceliğine hepsini boşverip çimenlere uzandık. Can Bonomo’dan “Hikayem Bitmedi” dinledik; Bünyamin’in isteği üzerine tekrar tekrar. Leonard Cohen’siz olmazdı; girişinde dünyanın en büyüleyici müziğinin yer aldığı “Who By Fire”ın Zagrep konseri kaydını ben izletmiştim gazeteye gittiğimde Bünyamin’e. O ise Cohen’le ilgili bilmediğim bir sürü bilgiyi sayıvermişti anında. 7 Kasım 2016’da Cohen’in ölüm haberini duyduğumda aklıma ilk gelen, elbette Bünyamin’di…

Acının surlarında ateşler yaktık / Vuruldu şehirler soluksuz kaldık

(Metin & Kemal Kahraman – Deniz Koydum Adını)

DHKP-C’yi inceleyip üzerine bir de kitap yazdığı için olsa gerek solcu- devrimci ne kadar marş varsa hepsini ezbere biliyordu Bünyamin. Benim repertuar ise birkaç Mayıs Müzik Topluluğu ve Metin–Kemal Kahraman şarkısıyla sınırlı; dolayısıyla “Deniz Koydum Adını” buluşma noktası olmuştu. İçinde bulunduğumuz –ya da içinde boğulduğumuz- sancılı, sıkıntılı döneme de cuk oturduğu için belki, durup durup “Acının surlarında ateşler yaktık” diye haykırıyorduk.

Ama o gerçekten tam acının surlarında durdu. Polis, Zaman’ı bastığında da, kayyım koltuğuna kurulduğunuda da iş yerinden öte evi-ailesi olarak gördüğü gazetesi için oradaydı. Bu adeta bir refleksti onda. Geçmişte babasının uğradığı bir haksızlıkla denk düşüyordu zihninde. Kısa süre önce çalışmaya başladığı Aksiyon dergisinde, kayyımla yapılan ilk toplantıda da bu tavrını hiç çekinmeden ‘öyle dümdük’ koymuştu ortaya. Gerçi yakında ne Zaman kalacaktı, ne Meydan, ne de Aksiyon…

Gazetecilikten –mecburen- ümit kesilince Bünyamin’in yeni dünyası antikalar oldu. Film festivali için İstanbul’a gittiğimde Bünyamin’in yeni evini de ziyaret edince haberdar oldum bundan. Küçücük evi, ikinci el dükkanlardan topladığı eşyalarla harikulade dekore etmekle kalmamış, eşyaların zımparasını, boyasını, verniğini; her şeyini kendisi yapmıştı. Pikaba plakları da art arda yerleştirince her şey tamam oluyordu. Bu yeteneğini, meslek olarak icra etmeye karar verdi daha sonra. Önce İstanbul pazarını çözdü kısa sürede, ardından İzmir’i de keşfetti. Bu vesileyle bir kez daha misafirimiz oldu. Önce internetten satmaya başladığı parçalar için bilahare küçük bir dükkan kiraladı Balat’ta. Plaklar, vazolar, biblolar ve elbette kitaplar… Dükkanın işlerini halledip eşyaları da aklındaki konsepte göre yerleştirdikten sonra eş dost arasında küçük bir açılış töreni yapacaktı.

Mutsuzum çok hastayım güldür beni doktor / Öldüm ama hayattayım tarifi çok zor

(Can Bonomo – Hikayem Bitmedi)

Fakat ne o tören yapılabildi ne o dükkan açılabildi ne de Bünyamin normal hayatına devam edebildi. “Zaman’ın arşivinde binlerce değerli kitap vardı. Bunların kitapla işi de olmaz. En çok da kitaplar için üzgünüz” gibi tweetleri ‘delil’ gösterilerek terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla hakkında gözaltı kararı çıkarıldı. Eline bile ulaşmamış bir tebligat üzerine, kendi ayağıyla ifade vermeye gittikten sonra, sadece ve sadece, kendi yazdığı 11 tweet ve rt’lediği 13 tweet yüzünden hürriyeti elinden alındı. Oysa Atilla Taş’ın, ham çökelekten yargılanmayı daha mantıklı bulması gibi Bünyamin de olsa olsa o dar ve kısa paçalı pantolon sevdasından cezalandırılabilirdi bana kalırsa.

Kasım ayının sonuna doğru İstanbul’da buluştuğumuz kardeşine, Bünyamin’in durumunu, koğuşun fizikî şartlarını sorduğumda ilk girdikleri döneme göre daha iyi olduklarını hatta koğuşa televizyon alındığını söyledi. “Televizyonu ilk açtıklarında ne görmüş ağabeyim, biliyor musun?” dedi. Sorunun devamındaki cevap, aklımdan geçen tahmine uygundu; Bünyamin televizyonu açıp da karşısına ilk geçtiğinde ekranda Cohen’in ölüm haberi vardı…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram