Erdoğan’ın sırtını sıvazlayan AB neden sopa göstermeye başladı?

EMRE DEMİR 12 Eylül 2017 GÖRÜŞ

Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan derin krizi Türk basınından takip ederek anlamaya çalışıyorsanız işiniz zor. İşte manşetler: “AB’den Merkel’e soğuk duş”, “AB’den Merkel’e sert tepki”. Bu başlıkları görünce sanıyorsunuz ki, bütün AB ayaklanmış “Eyy Merkel” demiş. Ancak, haberin içini okuyunca AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin diplomatik bir dille “müzakerelere devam edeceğiz” dediğini anlıyoruz.

Mogherini’nin Merkel’e ayar verebileceğini söyleyebilmek için üyelik müzakeresi yürüttüğümüz AB’yi hiç tanımamak gerekiyor. Mogherini-Merkel arasındaki ilişki işçi-patron ilişkisinden çok farklı değil. Kimin ne dediğine bakmadan müzakerelerin ahvali, neden bugüne kadar dondurulmamıştı ve neden bugün dondurulmak isteniyor sorularına cevaplar arayarak krizi anlatmaya çalıştık.

1-Bugün dondurulması tartışılan üyelik müzakereleri ne durumda?

Çok değil birkaç yıl öncesine kadar Türkiye’yle daha yakın ilişkiler kurulmasını savunan, açıktan Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen yüzlerce sağ ve sol siyasetçi bugün artık yok. Bugün ne Brüksel koridorlarında ne Avrupa başkentlerinde Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine inanan kimse kalmadı. Alman nüfusunun yüzde 88’i Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkıyor. 5 yıl önce bu oran Avrupa çapında yüzde 50’nin biraz üstünde seyrediyordu. Türkiye’nin öngörülebilir bir gelecekte AB üyesi olmayacağını artık kabul etmeyen yok.

Ancak, evlilikle sonuçlanmayacağı belli olan bu müzakerelerin kağıt üstünde devam etmesinin hem Türkiye hem AB açısından önemi büyük. Örneğin, adaylık sürecinin bir parçası olan ve Türkiye açısından çok önemli Gümrük Birliği antlaşmasının genişletilmesine dair müzakerelerde tehlikede. Türkiye Gümrük Birliği’nin üyesi olmasına rağmen tarım ve hizmet sektöründe henüz birliğe dahil değil. Gümrük Birliği’nde müzakerelerin olumlu sonuçlanması halinde Türk ekonomisinin yüzde 2 büyüyeceği, tarım ürünleri ihracatında yüzde 90 artış, hizmet sektöründe yüzde 450 büyüme sağlanacağı öngörülüyor. Merkel, bu müzakerelerin durdurulmasını ve hatta Ankara’ya ekonomik yaptırım yapılmasını savunuyor. Dolayısıyla kaybedilecek olan sadece 2050’de AB üyesi olma ihtimali değil.

2- AB, neden Türkiye’deki insan hakları ihlallerine rağmen müzakereleri sürdürmeyi tercih ediyordu?

Aslında, Avrupa Birliği’nin Türkiye politikası “adaylık” ilişkisinden “komşuluk” politikasına evrileli uzun zaman oldu. Yani, ortak değerler üzerine inşa edilen bir ittifak politikası yerine Fas’la ve hatta Libya’yla benzer bir şekilde güvenlik ve ekonomi alanındaki çıkarları önceleyen pragmatik bir ilişki biçimine geçildi. AB’nin Türkiye’yle yaptığı para karşılığı mültecileri tutma antlaşması geçmişte Kaddafi ile yapılan antlaşmalardan pek farklı değil.

AB’nin Türkiye’yle sonu çıkmaz sokak olan müzakereleri sürdürmesinin en büyük nedeni Suriye’deki iç savaş ve bilhassa Arap Baharı’nın ortaya çıkardığı büyük enkaz. Bugün Avrupa’da Libya’da Kaddafi rejiminin yıkılmasının büyük bir felakete yol açtığını söyleyenlerin sayısı az değil. Mısır’da Mareşal Sisi, Cezayir’de Buteflika gibi otokratik liderler ülkelerinde ‘istikrar’ unsuru oldukları gerekçesiyle destek görüyor. AB ülkeleri sınırlarındaki ülkelerde artık demokrasi aramıyor. Mülteci akışını durdurabilecek, radikal terör örgütlerine karşı işbirliği yapan “güçlü” hükümetler arıyor. Dolayısıyla, Türkiye gibi “tek lider”li rejimleri istikrar unsuru olarak gören görüş Avrupa’da tekrar ağırlık kazandı. İronik bir biçimde Erdoğan hem Arap Baharı’nın başladığı dönemde o dönemki ‘reformcu’ kimliğiyle öne çıktı, Arap ülkelerine bir model olarak gösterildi. 5 yıl sonra Arap Baharı’nın hüsranla sonuçlanması da artık ‘otoriter’ gömleğiyle öne çıkan Erdoğan’a yaradı. AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “sizi kırmızı halılarda prensler gibi karşıladık” demesi, Merkel’in bir yılda 6 kez Ankara’yı ziyaret etmesi bu “sırt sıvazlama” politikasının parçası. Türkiye’deki sert yönetime göz yumulacak, karşılığında tek bir kişiyle müzakere ederek karşılıklı çıkarlar korunacaktı.

3-Peki bugün ne değişti de müzakerelerin dondurulması gündeme geldi?

Elbette Deniz Yücel’in tutuklanması, Berlin’le arka arkaya yaşanan diplomatik krizler, Ankara’nın Avrupa’daki Türk diasporasını kendi çıkarları doğrultusunda mobilize etme çabaları etkili oldu. Ancak, Türkiye’deki ‘güçlü’ iktidarın antidemokratik ama istikrarlı olduğuna dair illüzyonun kaybolması Türkiye’de iktidarın iktidarda kalmaya yetecek kadar güçlü, ancak Putin’in Rusyası, 6. Muhammed’in Fas’ı gibi konsolide olmuş bir rejim kuracak kadar güçlü olmadığı kanaati ağırlık kazandı. Sırt sıvazlama, göz yumma stratejisiyle karşısında rasyonel, pragmatik bir Ankara umut eden Merkel ve Juncker, karşısında tam aksine öngörülemez ve Avrasya eksenine kayan bir yönetim buldu. İstikrar sağlaması beklenen güçlü rejimin aslında bölgesel istikrarsızlık kaynağına dönüştüğü görüşü yaygınlaştı. O nedenle, AB şimdi sırt sıvazlamak yerine sopa göstermenin işe yarayıp yaramayacağını denemek istiyor.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram