Afrin’e dair birkaç anekdot

İlginç zamanlardı. PYD lideri Ankara'da ağırlanıyor, ecdad türbeleri YPG işbirliği ile kaçırılıyordu. Şimdi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olan bir gazetecinin, Salih Muslim'le uçakta tesadüfen karşılaşması gazeteye manşet oluyordu...

DOĞAN ERTUĞRUL 24 Ocak 2018 YAZARLAR

Savaşın ilk yıllarında, ‘Arap Baharı’nın heyacanlandırdığı çoğu gazeteci gibi birkaç kez Suriye’ye gittim. Önce doğrudan Şam’a, ardından ‘muhaliflerin’ kotrolündeki sınır kapılarından Halep ve Rojava’ya…Muhtelif muhalif grupların pasaportuma bastığı ‘mektebi siyasi’ mührü hala durur, artık kullanmadığım pasaportumun üzerinde.

O zaman Türk medyasında bilmiyorum neden, adettendi mümkünse Türkmen şoför ve klavuzla yolculuk etmek. Ben de görmüş geçirmiş, diyebilirim ki, Türk medyasının acar muhabirlerinin kodlarını çözmüş bir Türkmen şoförle birkaç kez Halep ve çevresine gittim. Yanılmıyorsam, o dönemde Zengi Tugayları ve Liva-ı Tevhid savaşçılarıyla da görüşmüştüm, çalıştığım gazete adına…

Ve doğal olarak yolum YPG ile de keşisti, hem de Afrin’de… Aslında itiraf edeyim, pek ‘keşisti’ diyemem, bile isteye gittim Afrin’e, oradaki YPG yetkilileriyle görüşmek için. Bilmiyorum, bu ifşaat hakkımda yeni dava konusu olur mu? Baksanıza Afrin’de ‘savaşa hayır’ diyenlerin bile gözünün yaşına bakmıyor iktidar.

Türkiye sınırına yaklaşık 30 km mesafedeki Afrin’e girerken, eşi de Kürt’tü sanıyorum, Türkmen klavuzumuz huzursuzdu, ‘Onlar Kürt, ne olur ne olmaz’ diye. Korktuğumuz başımıza geldi. Kent girişinde silahlı bir grup durdurdu arabayı ve bizi ‘gözaltına aldı’.

‘Gözaltı’ önemli çünkü o günlerde iktidar medyası PYD’nin gözaltına aldığını öne sürdüğü iki gazeteci için çok endişeliydi. Hatta gazetecilere çok kötü davranıldığı ve telefonlarının şarjlarının bile alındığı yazılıyordu. Biz biraz şanslıydk, bizim telefonları ve şarjları almadılar, hatta bize ayran ve dürüm kebab ikram ettiler ‘gözaltında’.

Silahlı ekibin başında adının Gülistan olduğunu söyleyen bir ‘gerilla’ vardı. Kısa bir gerginlikten sonra sohbet etmeye başladık. Aksanından anlaşıldığı kadarıyla Türkiye Kürt’üydü, ısrarla ama tebessümle reddediyordu Türkiyeli olduğunu. Bir ara ‘Siz ne cesaretle elinizde bir izin belgesi bile olmadan atlayıp arabaya Afrin’e geliyorsunuz?’ diye sordu.

Ben de Suriye yanlısı milisler ve muhaliflerden korktuğumu ama o güne kadar iki tarafla da çatışmamaya özen gösteren YPG’den korkmak için bir nedenim olmadığını söyledim. Güldü, Türkiye’nin YPG’ye karşı tutumunu hatırlatınca mantıklı geldi söylediklerim.

Sonra Afrin kantonu yöneticilerinden biri geldi ve uzun uzun Suriye savaşı konuştuk. Çözüm Süreci ile Ankara Suriye Kürtlerini Şam’a karşı bir koza dönüştürmüşken, süreç aksayınca Esad, YPG’yi Türkiye’ye karşı koz olarak kullanmaya başladı, mealinde bir konuşmaydı. Mutabıktık tablonun aşağı yukarı bu olduğu konusunda.

Hatta ‘Bir gün savaş biterse Esad, YPG’ye özerklik yok derse ne yaparsınız?’ diye sormuştum. ‘Bu ihtimal var. Esad, El-Kaide yanlısı grupların bize saldırmasına göz yumabilir’ demişti. Şam yönetimine karşı tetikte olmak gerektiğine inanıyordu. BAAS rejiminin köklü ve etkili siyaset etme geleneği vardı ve her an ittifaklar değişebilirdi. Özellikle de söz konusu olan Kürtler ise. Esad, Kürtlere yeni cepheler açabilir günün sonunda kazanan Şam olabilirdi.

Bu arada antrparantez: Sahi sizin de aklınıza gelmiyor mu; Afrin Harekatı’nın sonunda da gerçek kazanan yine Şam olabilir mi? Şam yönetimi yarın YPG’den -operasyon başarılı olursa- ‘temizlenen’ ‘bu bölgeler Suriye toprağı; ne işi var Türk askerinin burada demeyecek mi?’ diye… Daha ileri gidelim; Rusya TSK’yı taşeron olarak kullanarak Şam yönetimi için Kürtleri, YPG’yi terbiye ediyor olmasın…

Neyse…

Afrin’deki gözaltı bittiğinde nereye gideceksiniz diye sordu YPG yetkilisi. Halep’e gitmek istediğimi söyledim. ‘Riskli ama bir yolunu buluruz’ dedi. Arabaya atladık ve güvenli bölgelerden geçme hesabıyla yaklaşık 3 saat süren yolculuk ettik. Güvenli bölge konusu önemli. Çünkü cihatçı savaşçılar ya da Esad yanlısı milislere yakalanmamak için Kürt köylerini takip ettik ve Kürdistan bayrağı asılı onlarca Kürt köyü geçtik. Kürdistan bayrağı görmek benim için derin bir nefes almak demekti: Tamam güvenli bölge. Hatta bir ara PYD yetkilisine anlattım, bir Türk olarak Suriye’de Kürdistan bayrağı görünce derin bir nefes alıyorum, diye. İronikti.

Yolculuğun sonunda beni Tel Abyad’a yakın bir köyde Türkiye’nin desteklediği Tevhid Tugayları savaşçılarının kaldığı bir eve götürüp teslim ettiler. Yerimiz belli olmasın diye lambaların yakılmadığı bir evde gece yarılarına kadar Suriye uçaklarının hafif bombardımanı altında cihad marşları dinledik. Sonra beni karargaha götürdüler…

İlginç zamanlardı. PYD lideri Ankara’da ağırlanıyor, ecdad türbeleri YPG işbirliği ile kaçırılıyordu. Şimdi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olan bir gazetecinin, Salih Muslim’le uçakta tesadüfen karşılaşması gazeteye manşet oluyordu…

Şimdi Tevhid Tugayları yok ama TSK onun türdeşi sayılan ve cihatçı olduğu bilinen gruplardan oluşan ‘ÖSO savaşçıları’yla Fetih Suresi eşliğinde Afrin fethine çıkıyor. 4 günde resmi olarak açıklanan 3 şehit var ama meclis Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gazi ünvanı vermeyi tartışıyor.

Ve Diyanet İşleri başkanlığı, ülkenin en simgesel Kürt kenti Diyarbakır’da sığındığı bir cami köşesinden ‘Kürt teröristlerle’ -halkın nezdinde Kürtlerle- savaşmaya giden ve Suriye ile hiç ilgisi olmayan ‘Kafkas, Kazak, Türkmen’ (İlker Başbuğ’un yalancısıyım, öyle diyor) savaşçılar için dua okutuyor.

El fatiha…