Aklı karışık yazara hatırlatma

TUNCAY OPÇİN 23 Aralık 2017 GÖRÜŞ

Yazarsanız, imza attığınız her yazının sizi ömür boyu takip edeceğini bilmeniz gerekir. O yüzden pek çok yazar, zorda kaldığında kullanmak üzere yedeğinde müstear isim bulundurmuştur. Yıllar geçtikten sonra hatırlamak istemediği yazılardan kurtulmak için pratik bir yöntemdir.

Cevheri Güven’in kronos.news’te pazartesi günü yayınlanan yazısı, en kibar tabirle üzerinde iyi düşünülmemiş bir yazıdır. Güven yazısında Nedim Türfent’in haksız mahkumiyetinden yola çıkarak bir basın eleştirisi yazmaya karar vermiş ve bunu Umur Talu üzerinden yapmayı denemiş.

Nedim Türfent’le Umur Talu’yu kıyaslayacak bir yazı yazmaya başladığınızda, teknik olarak sizi bekleyen epey bir handikap bulunmaktadır. Çünkü seçilen örnekler “aynı” değildir. 37 yıldır gazetecilik yapan bir isimle henüz mesleğinin başındaki bir muhabir kıyaslanamaz.

Kıyaslama türdeşler arasında yapıldığında bir anlamı vardır. İki muhabirin benzer haberlerdeki tavrını, sakladıklarını, yazdıklarını, duruşlarını kıyaslayabilirsiniz. Ancak bir köşeyazarıyla muhabir kıyaslanamaz. Muhabir haber yapar ve bunu okura ulaştırırken yorumdan kaçınır, köşe yazarının görevi ise yorum yapmaktır.

Yok, inat ettiniz ve yorum yapmak istediniz. O zaman zahmet edip, Umur Talu’nun muhabirlik yaptığı döneme gidip, haberlerini bulup buna göre yorum yapmanız gerekir. Burada da Türfent’in takip ettiği haberlerin benzerlerinde Umur Talu’nun tavrını ele alabilir, sorgulayabilirsiniz. Yoksa her haber size Talu’nun duruşuyla ilgili ipucu vermez.

ŞİMDİKİ ZAMANDAN GEÇMİŞ ZAMANA

İşin teknik kısmını bir tarafa bırakıp, tanımayan okurlar için biraz da Umur Talu’nun kim olduğuna bakalım isterseniz. Umur Talu, iyi bir eğitimden geçmiş (Galatasaray Lisesi mezunu), arkasında yüzelli yılını bildiğimiz bir aile birikimi bulunan (Recaizade Mahmut Ekrem), yabancı dil bilen ve dış basını takip eden, her gazetecinin ulaşmak için can attığı pozisyonları (Milliyet’in yayın yönetmenliğinden istifa etti) elinin tersiyle iten birisidir.

Büyük dedesi Recaizade Ekrem, dedesi Ercüment Ekrem Talu, babası Muvakkar Ekrem Talu, abisi Erdem, ablası Çiğdem Talu’dur. Kuzenleri Ayşe Düzkan ve Murat Çelikkan’dır. Tabii ki kişiyi salt aile geçmişiyle değerlendiremeyiz. Ancak yetiştiği ortamı anlamamız için aile bireyleri, aile fertleri bize oldukça önemli ipuçları sunar.

Umur Talu, 1980’de gazeteciliğe başlamış kısa bir süre sonra editörlük, yazı işleri müdürlüğü görevlerine getirilmiş. Söz gazetesinin yayın yönetmenliğini üstlenmiş, gazete matbaaya gittiği an istifasını patrona göndermiş kişidir. Muhabirlikle genel yayın yönetmenliği arasında geçen süre sadece yedi yıldır.

Hemen arkasından basının her biri birer okul olan Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde çalışmış, 1992’de Milliyet’in yayın yönetmenliğini yapmış, iki yıl sonra bu görevden istifa etmiştir.

Talu’nun kişisel tarihi bu minvalde uzar gider. Derdim Umur Talu’nun kısa künyesini vermek değil, parlak bir kariyeri gözönüne sermektir. Talu, okurlarının bildiği gibi haksızlıklara boyun eğmeyen, okurunu yönlendirmek yerine bilgilendirmeyi tercih eden, derinlikli ve birikimli bir isimdir.

İSTEMEKLE OLSAYDI

Umur Talu’yu anlatmayı burada noktalayıp, biraz da Cevheri Güven’in yazısına dönelim isterseniz: “Umur Talu, Habertürk Gazetesi’nin Paris Temsilciliği’ne getirildi. Bazıları için hayat ne kadar kolay. Artık Paris’te yaşamak istiyor ve Paris Temsilcisi oluveriyor. Yeni pozisyonunu duyurduğu yazısında şöyle diyor: “İlk kez 44 yıl önce çocukluktan gençliğe geçerken bursla geldiğim Paris’te bu kez ‘mesleğim’le daha uzun süreli kalacağım.”
Mesleğimle kelimesini tırnak içine alması oldukça isabetli olmuş. Umur Talu’nun Paris’te haber peşinde koşturacağını hiçbirimiz beklemiyoruz zira. Etliye sütlüye dokunmadan yazanlar için bile tehlike arzetmeye başlayan Türkiye’den uzakta, patron parasıyla hayatının geri kalanını konfor içinde geçirecek.”

Her bir cümlesi sorunlu ancak Güven’in yazısında tırnak içinde alıntıladığım satırlar işin şahikası. Talu’nun Paris’e gönderilmesini bizzat Umur Talu’nun istediğini iddia ediyor ve “Artık Paris’te yaşamak istiyor ve Paris temsilcisi oluveriyor” cümlesini kuruyor.

Peki, bu bilgiye Cevheri Güven nereden ulaşmış olabilir? Habertürk’ün yönetici katından Güven’e bu yönde bir bilgi mi gelmiş? Ya da Umur Talu’yla Güven arasında ‘ben artık Paris’te yaşamak istiyorum, bunu patronlarıma ilettim, onlar da kabul etti’ diye bir konuşma mı, geçmiş? Okurun bunları Cevheri Güven’in cümlesinden anlaması mümkün değil. Güven’i böyle bir yargıya sürükleyenin ne olduğunu bilmemiz de imkansız.

Umur Talu’nun Paris’te haber peşinde koşacağına dair derin şüpheler yaşıyormuş Cevheri Güven: “Umur Talu’nun Paris’te haber peşinde koşturacağını hiçbirimiz beklemiyoruz zira. Etliye sütlüye dokunmadan yazanlar için bile tehlike arzetmeye başlayan Türkiye’den uzakta, patron parasıyla hayatının geri kalanını konfor içinde geçirecek.”

Bu paragraftaki yargı cümlesinin de neye, nereye dayandığı meçhul. 37 yıl gazetecilik yapmış bir kişinin, Paris’te gazetecilik yapmayacağını Cevheri Güven nereden biliyor ya da nereden çıkarıyor? Güven’in yazısında bununla ilgili hiçbir ipucu bulunmuyor.

İSLAM’IN ALTINCI ŞARTI

Güven’in Umur Talu eleştirisi tabii ki yukarıdaki satırlarla sınırlı değil. Devam ediyor: “Umur Talu, Sabah’tayken astsubayların haklarına takmıştı bir ara. Bu konuda bir milyon tane filan yazı yazdı. Oysa şu an sorgusuz soruşturmasız binlerce astsubay mesleklerinden ihraç edildi. Talu’nun çok sevdiği konu olan OYAK’a ödedikleri kesintiler dahi verilmedi. Üstelik tutuklananların büyük çoğunluğu işkence gördüler. Onlarca astsubayın duruşma tutanaklarına geçirdikleri işkenceler konusunda Talu kapı duvar. Çünkü vicdanın bir dozu var. Türk basınında fincancı katırlarını ürkütmeyecek dozda vicdan yazıları fışkırtabilecek bir yazar bulundurmak adettendir.
Her daim ultra konforlu bir hayatları vardır ama köşelerinde dertli pozlar verip etik ve epik satırlar akıtırlar. Bu ‘Vicdan Abi’ler kendilerine küçük birer vicdan konusu bulup onun üstüne yazarlar da yazarlar. Dolgun maaşlarını ödeyen ve Paris gibi hoş şehirlere onları ışınlayabilecek patronlarının da vicdanlarını rahatlatırlar böylece.
Paris… Bir patron ancak metresine böyle bir jest yapar. Ne şahane bir hayat armağanı. Yeter ki dekordaki vicdan pozisyonunu koru.”

Cevheri Güven’i hafızası yanıltmamış. Talu, uzun süre astsubayların durumunu gözler önüne seren yazılar kaleme aldı. Bu yazıları bugünden geriye bakarak değerlendirmek, yazıldıkları dönemin Türkiye şartları bilinmeden anlamlı değildir. “Asker” kelimesinin geçtiği olumsuz bir cümlenin bile kurulamadığı yıllarda, astsubaylarla ilgi yazmak sadece cesaret işidir.
Güven, Umur Talu’nun gazeteciliğin olmazsa olmazlarından fikri takip yapmasından da hoşlanmamış olacak ki, astsubayların durumunu sürekli dile getirmesini alaycı bir dille anlatıyor: “Umur Talu, Sabah’tayken astsubayların haklarına takmıştı bir ara. Bu konuda bir milyon tane filan yazı yazdı.”

Unutmayın, bu konuyu “Emret Komutanım” kitabında ilk gündeme getiren Mehmet Ali Birand’dı ve sırf bu yüzden Genelkurmay Başkanlığı bildiri yayınlamıştı. Umur Talu’nun astsubaylarla ilgili yazıları, görmezden gelinen bir kesimin yaşadığı sorunları Türkiye kamuoyuna taşıyordu.

15 Temmuz sonrasında astsubayların uğradığı mağduriyetler ise bu durumdan bağımsız değerlendirilmelidir. Burada sistematik bir işkence uygulaması var ve bu uygulama sivil-asker her kesimi kapsıyor. KHK’larla kamudan uzaklaştırılan, çalıştığı işyeri kapatılan onbinlerce insan mağdur. Konu sadece astsubaylara indirgenebilecek nitelikte değil.

Talu’nun ne geçmişi ne de yazdıkları, işkenceye hoşgörüyle bakabileceğini göstermiyor. Kaldı ki Talu, günümüzde Habertürk’te spor yazıları kaleme alabiliyor. Yani bir süredir siyasi yorum yapmıyor. Bu aslında Habertürk ve Umur Talu’nun ne kadar çaresiz kaldıklarının da göstergesi. Belli ki gazete yazarından vazgeçmek istemiyor, ancak iktidardan korktuğu için de yazarını taşıyamıyor, ara formülle ve sabırla bugünlerin geçmesini bekliyor.

Ancak asıl vahim cümle sonlarda yeralıyor: “Paris… Bir patron ancak metresine böyle bir jest yapar.” Bu sözün üzerine konuşmayı bile boş sayıyorum.

Yazının içinde Hıncal Uluç, Serdar Turgut, Erdal Şafak gibi isimler de geçiyor. Herbiri için verilen hükümler, yargılar var. Hepsini tartışmak mümkün. Ancak yazıyı en sevimsiz yapan husus, bütün bu yazılanların Nedim Türfent’in mahkumiyeti üzerine oturtulması.

Cevheri Güven büyük bir mesleki birikim ve tecrübe gerektiren bir eleştiriye cesaret etmiş. Ben de tenkitlerimi yazdım. Son sözüm de şu olsun: İslam’ın şartı beştir, altıncısı olsaydı herhalde “insaf” olurdu.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com