Babür’ün ‘sessiz çığlığı’ ve hafakanlar….

KRONOS 14 Mayıs 2017 PORTRE

ŞEMSİ AÇIKGÖZ YAZDI….

2000’li yılların başlarıydı zannediyorum. Bir yandan 28 Şubat’ın izlerinin hala orta yerde durduğu, diğer yandan insanların ekonomik problemlerle boğuştuğu zamanlardı. Ali Babür’le, ülkenin renk tonunun ‘gri’ olduğu bir ortamda tanışmıştık gazetenin (Zaman) Yenibosna’daki binasında. Ülke ve insanlık adına, hayallerimiz vardı ‘delikanlı’ yüreklerimizde. Muhabbetlerimizin konusu genelde bu minvaldeydi. Muhabbet derken, ekseriyetle konuşan ben olurdum, dinleyen o.

Kelimeleri kullanmadan çok şeyler anlatan nadir insanlardandı Ali Babür Boysal. Adeta hepimizin yerine de susardı… Susardı, lakin susarak elde ettiği artı enerjiyi hep yeni projeleri için kullanırdı. Kelamının az olmasının aksine, mantık ve muhakemesi gayet muhkemdi.

Ali Babür, yaptığı gazete sayfalarında herkesin beğenisini kazanacak bir ‘estetik yön’ mutlaka bulundururdu. Yıllarca sayfa tasarımı yapmanın tecrübe ve birikimiyle, o artık tasarım ‘Ar-Ge’sinin en değerli ‘designer’ıydı. Yeni yayınların tasarımı onun maharetli ellerinin ürünü olarak ulaşırdı okura.

Gazetenin son yıllarında yayınlanan mizah dergisinde ise, bambaşka bir yönünü  keşfetmiştik onun: mizahtaki kabiliyetini. İsim babalığını da yaptığı ‘Püff’ dergisinin vazgeçilmez karakteri olmuştu, derginin kısa yayın hayatında. Hazırladığı ‘Tatava’ köşesi ise bir fenomendi adeta. ‘Usta designer’lığının yanı sıra kalemi de bir o kadar keyif veriyordu okura.

Düşünüyorum da, Ali Babür’ü en çok, ‘Nasılsın?’ soruma verdiği, turuncu renkli koltuğunda, arkasına yaslanarak, kollarını iki yana açmış ve ellerini bir kere öne-arkaya çevirerek yaptığı, ‘daha belli değil’ anlamına geldiğini düşündüğüm hareketiyle hatırlıyorum nedense. Nasıl olduğunu bildiğim halde, melankolik ve belirsiz ruh halini tekrar hatırlamış olurdum.

Bekardı. Uygun biri düşmemişti yüreğine, şimdilerde 39 yaşında olan Babür’ün. Yaptığı yağlı boya tablolarının doldurduğu iki odalı evinde yalnız yaşıyordu. Bazı sabahlar ‘bekar kahvaltısı’ eşliğinde muhabbet ederdik. Hayata dair az kelamlı, ziyadesiyle doyurucu sohbetler… Hamasi olmayan eleştirilerini kendi üslubunca yapar fakat eleştirdiği konuda alternatifini de mutlaka iliştirirdi cümlesinin sonuna.

Biliyor musunuz, annesi çok sever Ali Babür’ü. Her annenin evladını sevdiği gibi; ama biraz daha fazlacaydı onunki. Birkaç saat ulaşamayınca oğluna, hemen bir arkadaşını arardı endişesini gidermek için.

Şimdilerde, can parçası evladının sesini günde iki kere duymadan gönlü huzura ermeyen bir annenin yüreğine kezzap döktüler. Acıyı telkâri ustası gibi (!) ince ince işlediler bir annenin sinesine. Bunun ahı yerde kalır mı hiç.

Ali Babür’ü, ‘15 Temmuz’dan hemen sonra Silivri cezaevine koydular. Ve öyle hayasızca bir suçlama yönelttiler ki duymayagörün: ‘TSK imamı’

Olayın aslı nedir biliyor musunuz?

‘15 Temmuz muamması’ sırasında Ali Babür memleketindedir. Ve darbe (!) olayını birkaç kişinin bulunduğu ortamda televizyondan öğrenince, ‘Haydi canım sende!’ der, ‘Yeni bir çorap örüyorlar milletin başına’ mealinde sözler sarf eder.

Ali Babür’le aynı mecliste bulunan ‘büyük vatan evlatlarından birisi’ devlet büyüklerinin, ‘darbe hakkında olumsuz (!) konuşanları ihbar edin’ emrine uyarak, Ali Babür’ü polise ihbar eder. Vatani görevini yapmıştır kendince ‘aslan parçası iftiracı’!

Ertesi gün İstanbul’a dönen Ali Babür’ün evi, sabahın erken saatlerinde polisler tarafından basılır. Babür, küçük apartman dairesinin kapısını açtığında ne olduğunu bile anlamadan kendini önce Vatan Emniyet’in nezaretinde sonra da yüzlerce gazetecinin tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nde bulur. Birkaç gün sonra ise bir haber servis edilir kamuoyuna, ‘Ali Babür TSK imamı çıktı’.

Ve şimdi suçsuzluğunu ispat etmek (!) için aylardır hürriyetinden mahrum, mahkeme tarihini bekliyor Ali Babür. İddia makamının, bir suç isnad edemediği Babür, suçlu olmadığını iknaya çalışacak. Bir suç isnad edemiyorlar, çünkü eldeki tek delil (!) 10 küsur yıl gazetede çalışmış olması ve ‘muhbirlik yapan kahramanın’ ihbarı…

‘Hiç kimsenin önünde iliklenmesin diye’ düğmesi olmayan cübbeler giyen sayın yargıçlar! Eminim ki Babür’ün suçlu olduğuna kendinizi bile ikna edemiyorsunuz. Fakat, masum insanlardan ‘örgüt’ çıkarmaya ant içmiş bir zihniyetin, kamuoyuna kurban vermesi gerekiyordu ve bu kurbanlardan birinin adı da Ali Babür oldu değil mi?

Umarım ki ilk mahkemede Ali Babür hürriyetine kavuşur. Yoksa onun ‘sessiz çığlığı’, hürriyetinden mahrum kaldığı her dakika, hafakanlar bastıracak, sebep olanların yüreklerine…

Son sözlerim de sana olsun, ağır yürüyüşlü kasketli genç adam!
Bazen aklımı anlamsız, saçma sapan düşünceler kurcalamıyor değil! “Bu zamanlarda” diyorum, “İçeride olman dışarıda olmandan sanki daha mı iyidir acaba?” İyi insanların çoğu senin bulunduğun yerdeler çünkü. Püff’te aylarca beraber çalıştığımız Ahmet Turan Hoca da içeride mesela. 3 kez ağırlaştırılmış müebbet istiyorlar onun için. Cezaya bak! Müebbetler havada uçuşuyor adeta!
Dışarıda kalanlarla emin ol hayat yaşanmıyor be dostum. İnan bana duyduğumuz her bir haber, mengene olup sıkıyor yüreklerimizi.

Çok sevdiğin kültür sanat dergilerini soracak olursan, (seni üzmek istemem ama) onların çoğunun kapısına kilit vuruldu maalesef. Mizah dergileri de hakeza. Ülkenin ‘kültürü’ yok oluyor anlayacağın!

Zindanda da sürekli kitaplarla meşgul oluyormuşsun ya, bu da ‘seni içerde tutan iradenin’ kulaklarını çınlatsın.

Her şeye rağmen umudunu yitirme Ali Babür!
Güzel günler göreceğiz hepimiz…
Gazeteye ilk başladığın yıllardaki ülkenin ‘gri’ hali şimdilerde zifiri karanlığa dönmüş durumda.
Aydınlığa az kaldı anlayacağın.
Biraz daha sabır…

Hem söz ver bana!
Çıkınca uzun uzun konuşacağız bugünleri. Yaşadıklarımızı anlatacağız karşılıklı. Fakat bu sefer -daha çok- konuşan sen olacaksın, dinleyen ben…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram