Anayasasızlaştırmaya karşı direnme

KRONOS 16 Kasım 2017 GÖRÜŞ

HAYRETTİN YILDIZ YAZDI…

Meşruiyet nedir ve bir iktidar ne zaman meşruiyetini kaybeder ?

Meşruiyetin ne olduğuna dair sosyologlar ve siyaset bilimciler çok çeşitli değerlendirmelerde bulunmuşlardır, fakat genel kanıya göre, çağdaş toplumlar için otoritenin meşruiyet kaynağı hukuki ve rasyonel kurallardır.

Daha da somutlaştıracak olursak iktidarların temel meşruiyet kaynağı Anayasadır. İktidarın uyması gereken kurallar nedir diye sorduğumuzda karşımıza gene tek bir cevap çıkar, Anayasa. Anayasalar toplum sözleşmesi olmaları hasebiyle de en önemli meşruiyet kaynaklarıdır.

Amerika’da meşruiyet ile ilgili özlü bir söz vardır; “Anayasaya uygunsa meşrudur” Meşruiyetini kaybeden iktidarlar toplumun değişim isteklerine boyun eğerek iktidardan düşerler. Meşruiyetini kaybetmelerine rağmen bu değişim isteğine direnen iktidarlar ise çoğu zaman köklü toplumsal hareketlerin yıkıcı tazyiki ile tarih sahnesinden silinmek zorunda kalmışlardır. Dünya siyasi tarihi Fransız ihtilali, Ekim devrimi, başta olmak üzere bunun sayısız örneği ile doludur.

ANAYASAYA GÖRE AKP İKTİDARI NE KADAR MEŞRUDUR?

Bu çerçeveden değerlendirdiğimizde, Türkiye’de 15 yıldır yönetimde olan AKP iktidarı ne kadar meşru ve meşruiyetin temel kaynağı olan Anayasa hükümleri ülkemizde ne kadar uygulanıyor ?

Bu önemli sorunun cevabını bulmak için, Türkiye’de Anayasanın temel hükümlerinin yürürlüğünün olup olmadığını sorgulamak zorunlu hale geliyor. Bu sorgulamaya önemine binaen, modern demokrasilerin vazgeçilmezi ve bir çok Anayasada güvence altına alınan kuvvetler ayrılığını değerlendirerek başlamak gerekiyor.

Anayasanın 7. Maddesi yasama yetkisini düzenliyor, madde metninde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. “ yazılı. Ülkemizde, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra fiilen meclis işlevsiz hale getirilmiştir. Ülke Cumhurbaşkanlığınca çıkarılan OHAl KHK’ları ile yönetiliyor. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL ilan edilmesi ve bu sure içerisinde Cumhurbaşkanlığınca KHK çıkarma yetkisinin kullanılması makul karşılansa da bu yetkinin Anayasanın 120. Maddesine aykırı olarak 5 kez uzatılması, yasama yetkisinin “bypass” edilerek Cumhurbaşkanlığınca kullanılmasının tercih edildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Anayasanın 8. Maddesi yürütme yetkisini düzenliyor ve “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” diyor. İktidar, bir üst madde de kısaca değindiğim yasama yetkisinin kullanılamaz hale getirilmesi dahil Anayasa ve yasalara aykırı uygulamaların odağı haline gelmiştir.

Ülkede hemen her gün gözaltında ve cezaevinde işkence haberleri eksik olmuyor, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü din ve vicdan özgürlüğü yok denecek noktaya gelmiş durumda, faili meçhul cinayetler sıradanlaştı, yolsuzluk ve nepotizm altın günlerini yaşıyor. Bu başlık altında söylenecekleri o kadar uzatabiliriz ki, değil bir makale bir kitap bile yeterli olmayabilir ve bu söylediklerim şahsi yorumlarım değil, her biri milyonlarca insanın gözleri önünde cereyan eden gerçekler.

FÜHRER’İM! YARGI SİZ DERSENİZ O YÖNDE KARAR VERECEK 

Ve geldik yargı yetkisini düzenleyen Anayasa’nın 9. Maddesine, maddeye göre; “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. “ deniliyor. Cumhuriyet tarihi boyunca hatta daha öncesin de de Türk yargısı olağanüstü dönemlerden geçmiş, muktedirlerin dümen suyunda siyasi kararlar vermiştir. Istiklal Mahkemelerinden, askerden brifing alan 28 Şubat yargısına ve cemaat yargısına kadar bir çok örneğinden bahsedebiliriz.

Ancak yargı hiç bir dönemde günümüzdeki kadar fonksiyonunu eda edemeyecek duruma gelmemişti. Yargı bu gün iktidarın muhalifleri cezalandırma aparatı haline gelmiştir. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tamamen iktidarın güdümüne girmiş, siyasilerin kürsülerden söyledikleri ertesi gün mahkeme kararlarına dünüşür hale gelmiştir.

Ülkenin içerisinde bulunduğu durum çoğu kez ve haklı olarak Nazi Almanya’sıyla kıyaslanıyor. Ben de yargının içler acısı durumunu değerlendirirken böyle bir kıyaslamada bulunmaktan kendimi alamayacağım.

Hitler faşizminde yargı hem rejimin inşa sürecinde hem de rejimin bekasının korunmasında kritik bir rol üstlenmiştir. özellikle Nazi devletinin inşasına zemin oluşturan konjonktürün yaratılmasında, diğer bir deyişle tüm muhalefet kanallarının susturulmasında tam bir manivela rolü üstlenmiştir.

Yargı rejimle o kadar bütünleşmiştir ki, Nazi Rejimi’nin binlerce muhalifi idama yollayan ünlü Halk Mahkemesi’nin başyargıcı Roland Freisler, göreve gelmesinin hemen ardından Hitler’e yazdığı bir mektupta, “Führer’im; halk mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, o karara konu olan olayı siz değerlendiriyor olsaydınız, nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır” diye yazıyordu. Bütün bir yargı mekanizmasının bir kişinin iradesiyle şekillenmesi ve onun isteklerinin, görüşlerinin hatta imalarının meri yasalardan üstün olması hiç bir demokratik devletin kabul edemeyeceği bir çarpıklık içermektedir.

Ülkemizde de yargı ne yazık ki cumhurbaşkanının iradesini herşeyden üstün tutmaktadır. Cumhurbaşkanı Can Dündar’ın yargılamasından, böcek davasına kadar onlarca örnekte, ekranlardan açıkça talimat vermiş ve yargı da o talimatlara gore kararlar vermiştir, ayrıca medya organlarında yayınlanan sayısız yazılı belge ile yargıya talimat verildiği ve yargının ktidarın emrine girdiğini acı bir şekilde görmuş bulunmaktayız.

Ayrıca; Anayasa da güvence altına alınan tabi hakim ilkesini aykırı olarak Sulh Ceza Hakimlikleri kuruldu, hakimlerin bağımsızlığını düzenleyen Anayasamızın 138’inci maddesine aykırı pek çok örnekler yaşandı, mesela Cumhurbaşkanı bir ilk derece mahkemesini Anayasa Mahkemesi kararına karşı direnmeye davet etti.

Anayasamızın 140’ıncı maddesinde güvence altına alınan hakimlik teminatına aykırı olarak HSK, önceki teamüllerinin tersine hakimlerin başına gardiyan gibi dikildi, siyasi iradenin hoşuna gitmeyecek her karar sürgün, tenzil ve meslekten ihraç cezalarıyla karşılık buldu. Bu örneklerin sayısını o kadar artırabiliriz ki, Anayasanın bu hükümleri, diğer bir çok hüküm gibi artık tamamen işlevsiz hale gelmiştir.

Gene Anayasa da güvence altına alınmış temel haklardan ve modern demokrasilerde yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü güç olarak tanımlanan basın özgürlüğü de ülkemizde yerle yeksan olmuştur. Muhalif basının büyük bir kısmı kapatılmış, kalan kısmı ise baskı altına alınmıştır.

Gazeteciler yaptıkları haberlerden dolayı tutuklanmış ve cezaevine konulmuştur. Rüşvet çarkından gelen paralarla kurulduğu söylenen bir besleme basın ile iktidar icraatları meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Basın özgürlüğünde Türkiye 180 ülke arasında 155. Sıraya gerilemiştir.

Gerçek demokrasilerin vazgeçilmez unsurları olan bağımsız siyasi partiler ve seçim sitemi de iktidarın müdahaleleriyle işlemez hale gelmiştir. İktidar muhalefet partilrinden MHP’nin kongre sürecine müdahale etmiş parti içi muhalefeti susturmuş ve partiden uzaklaştırmıştır, bunun karşılığında mecliste MHP oylarını yanına alarak daha güçlü hale gelmiştir.

Yine bir diğer muhalefet partisi olan HDP’nin genel başkanları ve milletvekillerinin çoğunu hukuka aykırı nedenlerle tutktuklatmış ve bu partiden seçilen belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyım atamışlardır. Iktidar bu konuda o kadar ileri gitmiştir ki kendi partilerinden olan belediye başkanlarını dahi seçim süreleri dolmadan tüm ülkenin gözleri önünde tehditle istifa ettirilmiştir.

TÜRKİYE BUGÜN BİR ‘ANAYASASIZLAŞTIRMA’ YAŞAMAKTADIR

Kısaca ülkede meşruiyetini anaysadan alan bir iktidardan bahsetmek mümkün değildir. Bu durumu izah edecek tek kelime son dönemlerde akademik çevrelerde de sıklıkla ifade edilen “Anayasasızlatırma” kelimesidir.
Kötü hukuk kuralları ya da hukuk kurallarının kötü yorumu, bireylerin adalet talebini karşılamadığı için toplumda bir hoşnutsuzluk birikmektedir. Fakat hukuk kurallarının, hele ki anayasanın fiilen ortadan kaldırılması ya da uygulanmaması, toplumsal çöküşe giden ve geri dönülemez bir yol açacaktır.

Türkiye’de; yaşam hakkı dahil temel insan haklarına, parlamenter sistemin işleyişine, ifade ve basın özgürlüğüne, mülkiyet hakkı ihlallerine ya da çok partili siyasi hayata müdahalelere dair pek çok anayasa hükmünün ihlali, zorunlu olarak o kavramı daha görünür hale getirmektedir: “Anayasasızlaştırma”

Tekrar başa dönecek olursak meşru olmayan iktidara karşı halkın tutumu ne olmalıdır ? Ikitdar ile toplum arasındaki kontrat olan anayasa ikitadar tarfından kötü niyetle bozulmuş ise toplum nasıl bir çare üretmelidir?

Bu durumda toplum değişimi talep etmelidir. Toplumun bu değişimi yakalalamak adına ortaya koyduğu Gezi Protestolarından, Adalet Yürüyüşüne hatta Çarşı taraftar grubunun eylemlerine kadar bir çok girişim hükümete darbe olarak yaftalansa da, Türkiye toplumu bıkmadan usanmadan değişik yol ve yöntemlerle Anayasal sözleşmeye bağlı kalmayan ve meşruiyetini açık bir şekilde yitirmiş olan iktidara karşı değişimi zorlamalıdır. Bu değişimi sağlamak hepimizin hakkı ve görevidir.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com