‘Ben de bir insandım, adım Sabina’ydı’

RÜYA KARLIOVA 16 Aralık 2017 KÜLTÜR

Son yıllarda erkek egemen bilim ve edebiyat dünyasında gölgede kalmış pek çok kadın yazar, biliminsanı, aktivist, sanatçı tekrar keşfediliyor.

Psikanalizin en önemli isimlerinden Carl Jung’un “metresi” ve “hastası” olarak bilinen, psikanaliz tarihi boyunca kendisine böyle atıf yapılan ancak psikanalizin kuruluşunda çok önemli katkıları olmuş bir bilim kadını olan Sabina Spielrein da bu isimlerden biri. Spielrein’ın hikâyesi faşizmin ve ataerkil eğilimlerin tekrar hortladığı günümüzde hatırlanması gerekenlerden.

2011 tarihli “A Dangerous Method” filmiyle gündeme gelmişti Sabina’nın hayatı. Yeni bir çalışma olan Angela M. Sells’in kaleme aldığı “Sabina Spielrein: The Woman and The Myth” (Sabina Spielrein: Kadın ve Efsane) adlı kitap, onu tarihin kendisine yakıştırdığı ikincil rolden kurtarıyor.

FREUD İLE UZUN SÜRE YAZIŞTI

Spielrein 19 yaşında kızkardeşini kaybettikten sonra yaşadığı travma nedeniyle Zürih’te yattığı klinikte tanışıyor Carl Jung’la ve aralarında samimi bir ilişki başlıyor. Klinikten çıktıktan sonra Zürih Üniversitesi’nde psikanaliz alanında doktora yapıyor. Jung’dan sonra da otuz yıl boyunca bu alanda çalışmalarını sürdürüyor. Spielrein sadece Jung değil psikanalizin kurucusu olarak düşünülen Sigmund Freud ile de uzun süre yazışmış. Ülkesi Rusya’da da psikanalizin gelişmesinin öncülerinden biri olmuş.

Sells’e göre Sabina Spielrein’ın psikanalize katkıları dışında günlükleri ve mektupları kadın edebiyatının bir damarına eklemlenebilir; Sylvia Plath’ın, Anais Nin’in yanına. Oysa ismi “histerik hasta”, “küçük kız” ve “metres” sözcükleriyle anılıyor tarih kitaplarında. 1977 yılında günlükleri bulunana kadar Spielrein tarihin sayfalarına gömülmüş.

KENDİNİ BİLİME ADADI

Spielrein’ın aslında kendini tamamen bilime adamış olduğunu okuyoruz kitapta, öyle ki öldükten sonra kafatasını inceleme yapılması için bağışlamış.

Cenevre’de kariyeri ilerleyemediği için, bazı araştırmacılara göre de evli olan Jung’dan ayrıldığı için Rusya’ya dönmüş Spielrein. Sabine Spielrein’ın çocuk psikolojisi üzerine yaptığı çalışmalar da alanında öncü sayılıyor.

Kendini bir doktor ve öğretmen olarak tanımlayan Spielrein masallardaki efsanevi figürler üzerine de incelemeler yapmış. Kendisinin bir tür efsaneye dönüşeceğini bilmeden…

Kitapta vurgulanan önemli bir nokta aslında Sabina’yı tarihten silip “histerik” ya da “hasta” kategorisine hapsedenin Carl Jung olmadığı. Çünkü Jung’un çalışmalarında Spielrein’a dipnotla da olsa atıf yaptığı, onu Dr. Spielrein olarak anıp bağımsız çalışmalarından bahsettiği görülüyor. Ancak Jung’un kitaplarının sonraki basımlarında bu dipnotlar silinmiş. Jung ile ilişkisini günlüklerinde şöyle özetliyor Spielrein: “O aileye yaşattıklarım için çok üzgünüm. İlişkim çoğunlukla acıdan ibaretti.”

‘YIKICI BİR İHLAL’

Sells, Jung ve Spielrein arasındaki ilişkiyi psikanaliz tarihinde sunulduğu gibi romantik bir ilişki olarak adlandırmıyor, “yıkıcı bir ihlal” olarak tanımlıyor. Freud’un ise “aşk tedavisi” dediği bu ilişkinin hasta-doktor sınırlarını ihlal ettiğine odaklanıyor yazar.

Sabina Spielrein’ın ölümü aslında hikâyesini daha da trajik hale getiriyor. Yahudi olan Sabina 1942 yılında, Rostov’daki ikinci Nazi istilasında iki kızıyla birlikte öldürülüyor. Onunla birlikte iki gün içinde 27 bin Yahudi de öldürülmüş Rostov’da. Sabina’nın Rusya’ya gidişi ve orada öldürülmesi bir tür “fedakarlık” ve “ölümü çağırma” olarak değerlendirilmiş araştırmacılar tarafından, oysa Sells’e göre bu da efsaneleştirilmesinin bir parçası ve kitapta aksi kanıtlanıyor.

Vasiyetinin sonuna şöyle yazmış Sabina Spielrein: “Ben de eskiden bir insandım. Adım Sabina Spielrein’dı.”

Tarihin onu ve onun gibi yazılırken gölgede bırakılan tüm kadınları bir efsaneye dönüştürerek değil insan olarak, adlarıyla hatırlaması için son yıllardaki değerli katkılardan biri Angela M. Sells’in araştırması.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com