Bu sirke alkış tutan herkes artık suçlu…

Yaşayabilseydik, yaşamı sevecek, ölümün yüceltmeyecektik. 20 yaşında kim vurduya giden, ne uğruna, nasıl hayatlarına kıyılan, adına şehit denen cenazeleri gördüğümüzde, yaşayamadıkları hayatlar için yas tutup, yaşamaktan utanacaktık... “Şehit oldular” diye histerikçe mutluluk pozları vermeyecektik...

KRONOS 12 Haziran 2017 GÖRÜŞ

MELİS BURGAZ |

Sınıftaki tahtaların Binalilerden daha akıllı olduğu bir Türkiye’ye şahitlik ediyoruz…

Duygular, düşünceler harap durumda. Akıl sağlığımızı koruyalım diye, gündemden, haberlerden uzak durmaya çalışıyor bazılarımız, ama pek de mümkün değil.

Geçen haftaya “darbesini” kuşkusuz, iç içe geçmiş büyük-küçük harflerle bir şeyler yazan silen sonra yine yazan ve bu meyanda sırıtan bir başbakan vurdu. Harfleri tanımayan, hangi harfe “çızığ” atacağını kestiremeyen, aldığı kopyadan sonra ise, bu kez “çızığı” harfin altına mı üstüne mi koyacağı konusunda kafa karışıklığı yaşayan, özetle 2 satır anlamsız şeyi imece usulü ile yazıp, sonuna da cafcaflı bir ünlem işaret koyan bir başbakan…

Güleceğimizi zannettik, gülemedik.

O dakikalarda aklıma bir çocukluk anım geldi. 13-14 yaşlarında arkadaşlar ile deniz kıyısında yüzüp oynarken, kafasında rengarenk plastik ve bir o kadar da zevksiz çiçekler olan boneli bir kadın görmüştük. Kadın narin sandığı vücudunun, Emel Sayınvari bir eda ile çılgın dalgalara bıraktığını sanıyor ama nihayetinde 45 santimi geçmeyen suda debeleniyordu.

Çocukluk işte, ne güldük, ne alay ettik, şimdi olsa dönüp bakmayız bile…

O an orta yaşlarda bir adam ile göz göze geldik. Adam bizim kahkahalarımız ile şenlenmişti ama gülemiyordu. Şaşkınlığımızı anlamış olacaktı ki “Benim karım olmasa, ben de çok gülerdim çocuklar” dedi…

Biz de işte, Emel Sayınımısı kadının eşi gibi kalakaldık bu çaresiz kareleri seyrederken. Başkası adına utanma duygusunu geniş kalabalıklar halinde yaşadık…

Efenim, başbakanımız İngilizce “düşünüyormuş”! Türkçe “yazarken” de sıkıntı oluyormuş! Yok! Bence kendisi Türkçe konuşmaya ve Arapça yazmaya çalışıyor, nece düşündüğü hakkında ise hiç fikrim yok…

Hayatında büyük ihtimalle hiç sevgili yazmamış bir insandan bahsediyoruz. Boğaziçi Üniversitesi’nin bahçesinde kızlı erkekli oturan öğrencileri görüp “Ben burada yoldan çıkarım” sonucunu çıkaran bir insandan….

Oysa üniversite yıllarında bir kaç sıcak el tutup, bir ağaç altında hevesle öpüşebilseydik çoğumuz, belki bugün daha güzel bir hayat yaşıyor olacaktık. Biraz yoldan “çıkacak” ama yolumuzu kaybetmeyecektik. Ruhumuza hayatının kapılarını biraz olsa açacak ama ruhumuzu gemilere, ayakkabı kutusundaki paralara değişmeyecektik.

Eski Başbakan Binali Yıldırım gittiği bir okulda akıllı tahtaya yazı yazmıştı.

Yaşayabilseydik, yaşamı sevecek, ölümün yüceltmeyecektik. 20 yaşında kim vurduya giden, ne uğruna, nasıl hayatlarına kıyılan, adına şehit denen cenazeleri gördüğümüzde, yaşayamadıkları hayatlar için yas tutup, yaşamaktan utanacaktık… “Şehit oldular” diye histerikçe mutluluk pozları vermeyecektik…

Ama tüm bunlar bugünün gerçekliğinde o kadar manasız ki…

Teknoloji konusunda da oldukça temkinli olup “Çok kafayı takmayacaksın sıyırısın!” diyen teknik üniversite mezunu başbakanın ilkokul seviyesinde okuma yazma bilmemesi bir yana, “Ben bu konuda iyi değilim, ayıp olur, en iyisi tahtanın başına hiç geçmeyeyim…” düşüncesi bile kafasından geçirmiyor. O kadar delikanlı! O kadar “ uysa da yazarım, uymasa da” havalarında.

Bu basit bir olay, sıradan bir AKP saçmalaması değil esasen, simgelediği çok daha korkunç bir gerçek var.

Bugün cehaletlerinden gurur duyan, onu vahşice koruyan, tutkuyla seven, sahiplenen bir yönetim kadrosu ile karşı karşıyayız.

Partinin sermayesi, mutluluğu, cesareti hep bu cehalet. Bu umursamazlık, bu pişkinlik, bu külhanbeyliği diğerlerini salak yerine koyup “yaptık oldu” hep bu cehalet aşkından…

Yani bir iki kişi eleştirme “cesaretinde” bulunsa, harflerin üzerindeki “çızığları” kaldırırlar. Bu denli vizyon sahibi, bu denli bıçkın siyasetçilerden bahsediyoruz.

Bilginin değerini bu kadar kolay reddederek, bugününün dünyasına karşı aptalca bir meydan okuma yaşadığımız. Fakirlik, zavallılık, çaresizlik, kötülük, pervasızlık, tembellik, saygısızlık, hepsi kol kola… Karşımıza geçmiş sırıtıyorlar.

Kabullenmek ne kadar zor olsa da şu an ülkeyi yönettiğini sananlar parlak arabalarına “Kroyum ama para bende” yazılarıyla 90lı yıllarda gaza basanların sözüm ona Müslüman versiyonları…

Cehaletin, ahlaksızlığının ve vicdansızlığın tüm normlarını, tüm inceliklerini, tüm kullanım alanlarını sayelerinde bizzat tecrübe ediyoruz.

Ama cehaletin bir bedeli var.

Hepimiz bu bedeli ödeyecek, payımıza düşeni eğer henüz almadıysak alacağız.

Cehaletlerini bir nişane gibi göğüslerinde taşıyanlar kadar, genel anestezi gibi bünyemize zerk edilirken direnmeyenler de suçlu…

Bu sirke, alkış tutan herkes artık suçlu…

 

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com