Bir Ahmet Altan Romanı: Despotluk Günlerinde Adalet

Tartışmaları gördükçe kaçınılmaz olarak, bu sıkıntılı döneme daha da büyük bir baş ağrısı ekleniyor: AKP gidince ne olacak?

KRONOS 26 Haziran 2017 GÖRÜŞ

MELİS BURGAZ |

Geçen hafta Ahmet Altan’ın, savcıyı dinlene dinlene “dövdüğü”, ender rastlanacak bir savunmaya şahitlik ettik.

Mahkeme heyetinin idrak yeteneğinden ve iyi niyetinden şüphelendi ve anlaşılabilsin diye seviyeyi oldukça düşürerek “salağa anlatır gibi” tane tane hatta örnekleyerek açıkladı her şeyi Altan.

Hükümetin kinini kazanan, aylardır tutuklu bir gazeteci diğer tüm suçlamalarda aklansa bile, sırf bu savunmasından dolayı senelerce tutuklu kalabileceğinin, bizim kadar farkında.

Bu denli gerçekliğini yitirmiş, bu denli kan davasına evrilmiş, bu denli madara olmuş bir adaletin pençesinde, birçokları gibi muhalif kimliğini gizleyecek bir tutum benimsemeyen, “ne dediysem arkasındayım” dediği konuşması özellikle bu şartlar altında takdire şayan.

Altan, Erdoğan Hukuku’nun geldiği noktayı göstermek adına hükümete, yargıya hatta halka, Türk hukuk tarihine geçecek savunması ile güçlü bir tokat attı.

Despotluk günlerinde hak ettiği değeri göremeyecek, hatta görmezden gelinecek bu metinle Altan yaklaşık bir senedir kimsenin yüksek sesle söyleyemediği dillendirdi “…Taraf gazetesi, hiçbir dönemde cemaat “lehine süreklilik arz eden” haberler yapmadı. Yapsaydı da suç olmazdı. Savcı “örgüt lehine süreklilik arz eden” yayınlara ve söylemlere bakmak istiyorsa AKP’ye bakacak.”

Kısaca “Cemaat ile muhabbetli olmak” bir suç mu? diye sordu, ve kendi yanıtladı, “Bu sorunun tutarlı bir cevabı yok.”

Aynı gazetenin yazarlarından Markar Esayan’nın hali hazırda milletvekili olması, saçmalık yoğunluğundan atladığımız bir tutarsızlıktı…

Ahmet Altan bir yıldır “yooo yooo bizim Cemaatle ne ilişkimiz olur canım” diye yırtınan kişilerin unuttuğu bir şeyi, AKP faşizmi altında suç olarak ilan edilmeye çalışılan hareketlerin aslında suç olmadıklarını anlatmaya çalıştı.

Hükümete muhalefet etmek, geziyi ya da barış sürecini desteklemek, bugün hapiste olan ya da iktidar tarafından terörist ilan edilen birilerini tanımak veya “onunla maça gitmenin” suç sayılamayacağını, hükümet aleyhine tweet atmak gibi şeylerin ne kadar doğal olduğunu söyledi.

Ama ne fayda…

Az kişinin sonuna kadar sabırla okuyabildiği bu savunmayı beğenmeyenlerin demokrasi ve hukuk ile sıkıntısı var. Onların kendileri için özel olarak diktirdikleri demokrasi, gerçeğine pek benzemiyor. O yüzden karşılaşınca, şaşırıyorlar…

Ne yazık ki “Adalet bozuldu, çalışmıyor!” deme cesaretini gösteren, su gibi, hava gibi elzem bu Manifesto sadece yandaşlar değil, farklı çevreler tarafından da “tutulmadı”.

Neden?

Çünkü…

“Altan, AKP’yi demokrasi havarisi gösterdiği günlerin bedelini ödeyecekti. Namaz kılanın demokratik olabileceğine inanmak salaklıktı! Klasik liberal yüzsüzlüğü idi bu.

Komutanlar içeriye tıkıldığı günlerde, şanlı TSK’nın askeri vesayet sistemine savaş açan bir şakşakçıydı Altan. İçindeki asker nefreti yüzünden alet olduğu Ergenekon ve Balyoz pisliklerinin cezasını çekecekti.

 Vatan’ı bir kadın memesine satan adam hatta asılmalıydı!

Yetmez ama Evetçiydi, ölü babası CIA ajanıydı, kendisi ise Modern Gülenci. Aman zaten hepsi bir değil miydi? Cemaatçisi, Amerikancısı, Teröristi, Ermeni Lobicisi, İsrail yandaşı! Hepsi gittikçe gelişen Türkiye’yi baltalamak için tutulmuş “uşaklardı”.

Atatürkçüler okumamıştı bile, CHP’yi yerin dibine sokan, AtaKürt diyecek cüreti gösterebilen, bu denli adileşen bu adamın savunmasını. Çoktandır hapishanelerde çürümeliydi, geç kalınmıştı.”

Bazılarının Altan’ı haksız bulmasının ve mağduriyetinin sürmesine sevinmesinin çok daha net ve güçlü bir sebebi vardı: “Ben Altan sülalesini sevmem!” diyorlardı.

Türkiye şartlarında oldukça geçerli bir argüman.

Ülkemizde çok acayip bir uyum, muhteşem bir harmoni var. Hükümet, muhalefet, asker, yargı, polis ve hatta halk “eden bulurculuk” yapmayı çok seviyor.

Ne etmiş? Gerçekten etmiş mi? Kanıt var mı? Çok fuzuli sorular…

Haksızlığın her türüne karşı çıkmak, denilene körü körüne inanmamak, sorgulamak, dışlananın, ezilenin yanında durmak, hepsini bırakın sağlıklı bir adalet, gerçek bir demokrasi talep etmek, Türk insanının “ayarlarında” yok…

İlk dönemindeki demokratik açılım denemeleri için desteklenen AKP’nin siyasi gücünü demokratikleşme için değil, “karşıtlarının burnundan getirmek” için kullanması, önüne kim gelirse “silip süpürmesi” durumunun tabanı tarafından desteklenmesi de, halkın damarlarına sinen “rövanşçılıkla” ilintili zaten…

Altan, sana bugün ne yapılıyorsa aynısını bu ülkenin şerefli subaylarına” yapıldı!” diyen bir güruh var. Bu insanların çoğu bu ülkede 10 yılda bir darbe aşkıyla yanıp tutuşan ordunun, derin devletin, görünmeyen ellerin, faili meçhullerin olmadığına inanıyor.

Bu insanlar, Altan’ın yargılanmasından memnun.

Bir yandan AKP’nin kendilerine dokunan hukuk ihlallerine, totaliterliğine kızıp, yollara düşen, diğer yandan Altan’a “Oh beter ol” diyenler, ne yazık ki, kendilerini çok kısa zamanda Altan’ın durduğu yerde bulabilirler. Hatta başladılar bile…

Özgürce rakı içmek istiyorum, sıkıldım yobazlıktan” deyip Altan’ın gazeteciliğini “kumpasa” bağlayan, sıkışınca da “Cemaatin yok olması” hayırlıdır diyebilen ve özünde AKP’nin Seküler hatta Bozkurtçu versiyonları olan bu gruplar yarın öbür gün tutuklandıklarında, dışarıdakiler “size müstahak” diye bağıracak…

Altan kafamızı karıştıran çok basit bir soruya cevap arıyor. Aydınlatılmamış, hayali suçlular ile yaratılmış bir olaya karıştıkları iddia edilen insanlar ile görüşmüş olmak neden suç olsun? diyor.

Buna mahkeme kadar, halk da cevap vermiyor. “Bu darbeyi Fethullah Gülen Cemaati’nin yaptığına dair kanıtlar neden gösterilmiyor?” sorusuna alınan cevap “Ama yıllarca soruları çaldılar…” oluyor. Kısaca alan memnun, satan memnun…

Tartışmaları gördükçe kaçınılmaz olarak, bu sıkıntılı döneme daha da büyük bir baş ağrısı ekleniyor: AKP gidince ne olacak?

Demokrasiden bu denli uzak, kana kan dişe diş teorisi ile gurur duyan, muhalifin demokrat görünen ama aslen statükocu olan, biri askerine, diğeri yargısına, bir diğeri imamına toz kondurmayan bir halk ile Türkiye nereye gidecek?

Zamanında “Ordu göreve” diye mitingler ile darbe çığırtkanlığı yapanlar, “En iyi Kürt, ölü Kürt’tür” diyenler bugün AKP’ye muhalif olsa ne olur, olmasa ne olur…

Ahmet Altan bu ülkeye çok beden büyük geliyor. O lafları eğip bükmeden, kimseden korkmadan insanların yüzüne fırlatabiliyor.

1915’de yaşananlara daha moda olmadan Ermeni Soykırımı diyebilen, kendi vatandaşı olan Kürtleri öldüren bir hükümeti halkına ifşa eden, demokrasi düşmanı askerler ile sorunu olan ve “Ben kadın memelerini yaratan Tanrıyı seviyorum” diyebilen bir entelektüel Altan…

Oysa bugünkü Türkiye…

“Dindarlıktan” meme diyemeyen ama küçücük çocukları dizlerine oturtan eğitmenlerin, “Milliyetçiliklerinden” Onur yürüyüşlerini baltalayan ama telefon rehberlerine “erkek fahişelerin” numaralarını kaydeden erkeklerin, oruçluyken şort giyen kadınlara yumruk atan erkekleri görüp susan kadınların, Atalarına saygıdan, Ramazan’a ancak Şeker Bayramı diyen Sekülerlerin ülkesi…

 

 

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com