Bir aparat olarak korku

KRONOS 24 Aralık 2017 GÖRÜŞ

HAYRETTİN YILDIZ

Said Nursi, şeytanların desiselerini Hucümatı Sitte’de (altı saldırı) sıralamıştır. İkincisi “korkudur”. Bu bahiste Nursi;  “İnsanın en mühim ve esas bir his hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade edip onunla korkakları gemlendiriyorlar. Bunlar avare ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar” ifadeleriyle korkuya yenik düşenleri anlatır.

Türkiye uzunca zamandır bir korku tüneli içinde ve korkanlar da korkutanlar da durumdan pek rahatsız değil. Bu düzenin tek mağdurları korkmayanlar. Korkanların, kendi konforlarına halel gelmesi ihtimali ile korkutanların önüne ittikleri ve biraz uzaklaştıktan sonra derin bir nefesle unuttukları insanlar korkmayanlar.

Faşizmin bir aparat olarak kullandığı korku, faşist bir atmosferde nefes alan bireyin dışa vuramadığı ama iç dünyasında bir türlü üstesinden gelemediği bir haleti ruhiye. Bunun Türkiye gibi otoriterliğin zirveye ulaştığı ülkelerde spesifik karşılığı suçlanma korkusudur. Korkan hiç suç işlememiştir, suçlularla ortak paydası yoktur, sisteme tüm olanaklarıyla hizmet etmektedir ama sabah kapısı çaldığında geleninin sütçü olmayacağı endişesi onu kemirmektedir. Bu korku benliğini o kadar esir almıştır ki bir gün korktuğu başına gelirse -işlemediği- tüm suçlarını itiraf edebilecek noktadadır.

Bu tür korku toplumlarının inşa sürecinde hukuktan ya da yerleşik kurallardan bahsetmek imkansızdır, kurallar neredeyse günübirlik değişir, kişiler hukuka uygun davranışlarının bir sure sonra suç sayılabileceği endişesi taşırlar, hukuk denilen şey artık uçsuz bucaksız bir keyfilikten ibarettir ve bir topluma yapılacak en büyük kötülük keyfiliğin hukuka dönüşmesidir.

Korkuyu kullanmanın işlevselliğini fark eden muktedirler muhtelif aralıklarla bu korkuyu diri tutacak icraatlar yaparlar, ayrıca dış güçler, gizemli yapılar,  üst akıl, iç mihraklar gibi metaforlarla toplumun zihnini sürekli sis bulutlarıyla doldururlar, bu birleşimin tam kıvama ulaşmasından sonra artık toplum ıslıkla yönetilebilir bir hale gelmektedir, dahası iktidar tarafından empoze edilen korku tüm topluma hakim olduğunda sistemin cilalı yüzü olan propaganda argümanları kullanışlı bir fikir birliğine de dönüşmektedir. Daha sonra bu fikir birliği iktidar lehine bir yargılama işlevi icra etmeye başlamaktadır ve Kafka’nın “Dava”da anlatıldığı gibi hiç bir şeyden haberi olmayan, “korkmayanı” (ötekiyi) yani Josef K’yı suçlayıp, yargılayıp, mahkum etmektedir.

Bu korku mekanizmasının taşıyıcı kolonları, sistemin devamında güç devşiren ve yükselme beklentileri olan bir muhterisler güruhudur. Bu zihniyetteki kişiler, otoriteye mutlak itaati ve tabi olmayı, aşağıdakilerin üzerine tahakkümü ve tam bir hakimiyet kurmayı görev bilirler. Bunlar güçlü değildir, güçsüz olmalarına ragmen güçlü olabilme beklentisi içerisindedirler. Lord Acton’un ” Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır ” sözünü  tersine çeviren Edgar Z. Friedenberg’in ‘Güçsüzlük Yozlaştırır; mutlak güçsüzlük mutlaka yozlaştırır ‘sözü tam da bu güruh için söylenmiştir.

Türkiye’de onulmaz bir noktaya gelen otoriterleşme, toplumu bu ağır atmosferin içine hapsetmiş durumda. İnsanlar bu psikoloji ile en yakınlarının uğradığı zulümlere bile sessiz kalıyor, ölen insanlar, yıkılan yuvalar, mahvolan hayatlar kimsenin elinden, dilinden bir itiraza dönüşmüyor. Artık büyük bir homurtuya dönüştüğünü umduğum iç sesler ise kimsenin derdine merhem olmuyor.

Aslında bu koyulaşan çaresizlik, içinde çareyi de barındırıyor, bu dönemler muktedirler için oldukça kırılgan ve tehlikelerle doludur. Bir kıvılcım, bir çakıl taşı, bir söz her şeyin yıkılmasına gidecek yolu açabilir. Korku gibi ağır bir yükle kamburu çıkan insanlar, bir cesaret nöbetiyle bu yüklerinden kurtulabilir. Artık hiç bir meşruiyeti kalmamış iktidarın, iyice olgunlaşan bir çığlıkla karşı karşıya kalacağını söylemek kahanet olmaktan çıkmıştır. Toplum en elverişli imkanları kullanarak bu dönüşümü sağlamalıdır.

Korku bulaşıcı olduğu gibi cesaret ve umut da bulaşıcıdır. Toplumun bu korku tünelinden çıkmasının yegane yolu tünelin ucundaki ışığa doğru yürümektir, o tünelin ucunda bir canavarın beklemediği umudunu yükseltmemiz gerekiyor. Toplum sislerden kurtulup gerçeklerle karşı karşıya kaldığında belki çok geç olacak ama bir zulmeti sonlandırmanın imkanına kavuşmuş olacaktır. Her şey “Kral Çıplak” diyebilecek bir çocuğun safiyetine muhtaç. Bu karanlığı sonlandırmak için elimden bir şey gelmiyor demeyin, az da olsa yaptıklarınızı küçümsemeyin, içinizdeki umudu büyüterek ve ısrarla yaptıklarınızı yapmaya devam edin belki de o çocuk siz olacaksınız.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram