Bir daha asla…

RÜYA KARLIOVA 27 Ocak 2019 GÖRÜŞ

Holokost’u unuttuk. Üzerinden henüz bir asır geçmedi. Rakamların soğukluğuyla tekrar hatırlamalı: 1933-1945 yılları arasında 6 milyon insan gaz odalarında boğuldu, silahla vuruldu ya da toplama kamplarındaki koşullar yüzünden hayatını kaybetti. 17 milyon insanın yaşamı altüst oldu. Düşleri, günlük sevinçleri, dertleri, aileleri, sevdikleri olan milyonlarca Yahudi. Üzerinden bir insan ömrü ancak geçti, geçmedi… Şimdi bizi o karanlıkla sadece bir nesil ayırıyor.

“Arka bahçemiz bir pazara benziyordu. Değerli eşyalar, halılar, gümüş mumluklar, kutsal kitaplar ve diğer tören nesneleri tozlu zemine yayılmıştı – hiçbir eve ait değilmiş gibi görünen acınası yadigârlar. Bütün bunlar muhteşem, mavi bir gökyüzünün altında.” (Elie Wiesel – Gece)

Zamanın kopuşu o muhteşem mavi gökyüzünün altında oldu. Tam da bu nedenle Holokost çok daha akıl almaz. Üstelik modern zaman daha hızlı akıyor ve daha büyük uçurumlar açıyor insanlarla acılar arasında. O büyük felaketi bir metafora dönüştürerek unuttuk. Çünkü unutmamış ve anlamış olsaydık, bugün Suriye’de bir milyon insanın bir iç savaşta ölümünden, milyonlarca insanın yerinden edilişinden, dünyanın pek çok yerinde renginden, dininden, dilinden, cinsiyetinden dolayı ayrımcılığa uğrayan insanlardan bahsediyor olmazdık.

YAŞADIĞIMIZ HİÇBİR ŞEYE BENZEMİYOR

Çok basit bir çıkarım gibi geliyor kulağa, oysa bu neden-sonuç ilişkisi bu cümle kadar basit. Demek önce şunu kabul ederek ve Holokost’u bir metaforun ötesinde düşünerek başlamalı: Yaşadığımız hiçbir şey Holokost’a benzemiyor. Holokost zamanı kırdı, ondan sonra devam eden her neyse başka bir tarihti artık, öyle olmalıydı. Milyonlarca insan için zaman zaten çoktan orada durdu. Geride kalanlar ise travmasıyla mücadele ederek geçirdiler yaşamlarını.

Isaac Bashevis Singer’ın “Düşmanlar” romanında, üç yıl bir ahırda saklanarak Holokost’tan kurtulan kahraman şöyle der: “Benim yaşadıklarımı yaşayan biri artık bu dünyanın bir parçası değildir.” Geçtiğimiz aylarda hayatını kaybeden, çocukken ormana kaçarak Nazi zulmünden kurtulan Aharon Appelfeld de “Hayatımın Hikâyesi” adlı otobiyografisinde anlatır: “Zamanla eşyaların ve hayvanların gerçek dostlar olduğunu öğrendim. Ormanda etrafım ağaçlarla, çalılarla, kuşlarla ve küçük hayvanlara çevriliydi. Onlardan korkmuyordum. Bana zarar vermeyeceklerinden emindim. İneklere ve atlara alıştım, bana beni bugüne kadar saran bir sıcaklık verdiler. Bazen öyle hissediyorum ki beni kurtaran yol boyunca karşıma çıkan hayvanlardı, insanlar değil.”

HİTLER YAVAŞ YAVAŞ İLERLEDİ

Neredeydi insanlar? Bu soru Holokost’un ardından sorulan en önemli soruydu. Holokost’u anlamayı bu kadar zor kılan en büyük etken etrafındaki sessizlikti. Holokost bir anda olmadı, Hitler yavaş yavaş ilerledi. Yahudi karşıtı politikalarını yavaş yavaş uygulamaya soktu. Önce Nuremberg Kanunlarını geçirdi, tüm Yahudileri Alman vatandaşlığından attı. Daha sonra Yahudiler mesleklerinden edildiler, dükkanları boykot edildi, özel vergilere tabi tutuldular, Yahudi olmayanlarla evlenmeleri yasaklandı.

Neden sonra Kristal Gece (Kristallnacht) yaşandı ve sinagoglar, evler, iş yerleri taşlandı. Dünyanın sesi hâlâ çıkmıyordu. Üstelik ülkelerine gelmek isteyen Yahudilere zorluk çıkarıyor, sınırlar koyuyorlardı; ABD’den İngiltere’ye, Kanada’ya, Küba’ya kadar. Sonra toplama kampları ve gaz odaları geldi. Dünya hepsinin yerinin nerede olduğunu biliyordu.

Arthur Morse, “Altı Milyon İnsan Ölürken” (While 6 Million Died) adlı kitabında tam da bu sessizliği ve aslında o insanların kurtarılabileceğini anlatıyor. Kurtarılabilirlerdi ama sessizlik üstün geldi. S.S. St. Louis gemisindeki 937 Yahudi, önce Küba’ya ve Küba onları almayınca da Florida kıyılarına gitmişti, bir kez daha reddedildiler ve nihayet Kanada da onları geri gönderdi Avrupa’ya. Bazı Avrupa ülkeleri yolcuları alsa da, pek çok yolcu yine de kamplarda hayatını kaybetti. Sessizlik ve sıradanlık Holokost’u hatırlarken akılda tutulması gereken, kulağa masum gelen iki dehşetli kelimeydi.

Nazi subayı Adolf Eichmann yargılanırken sıradan insanların nasıl ölüm makinelerine dönüştüğünü de gösterdi. Hannah Arendt izlediği Eichmann duruşması sonrasında bunu “kötülüğün sıradanlığı” olarak adlandıracaktı. Arendt’in tanımlaması önemli bir uyarıydı aslında. Anlayabilmiş olsaydık… Kötülüğün sıradanlığı anlaşılması ve mücadele etmesi en zor olanı, bunu dünyanın çeşitli yerlerinde bugün de deneyimliyor insanlık. Holokost’ta hayatta kalan başka bir yazar, Primo Levi bu sıradanlığı şöyle anlattı: “Canavarlar vardır ama sayıları gerçekten tehlikeli olamayacak kadar azdır. Daha tehlikeli olan sıradan insanlardır, inanmaya ve sorgulamadan harekete geçmeye hazır memurlardır.”

‘HATIRLIYORUZ: BİR DAHA ASLA’

Evet hiçbir şey Holokost’un karanlığına benzemiyor. Ama bir yandan da dünyadaki savaş tehditleri, kendisi gibi olmayana duyulan nefretin, tahammülsüzlüğün artışı düşünüldüğünde yaşanan her şey Holokost’a benziyor. Böyle bir saptama Holokost’u yaşamamış ya da ondan doğrudan etkilenmemiş biri tarafından yapılmamalı elbette. Ama bunu ben söylemiyorum, Holokost’ta hayatta kalanlar söylüyor.

Bugün, 27 Ocak, Uluslararası Holokost Anma Günü. Dünya Yahudi Kongresi, Holokost’ta hayatta kalanları bir araya getirerek tam zamanında bir çağrı hazırladı. Dünyayı hep birlikte “Hatırlıyoruz” (We Remember) ve “Bir Daha Asla” (Never Again) demeye çağırıyorlar. Çünkü bugün dünyanın pek çok yerinde olanlar Holokost’a giden yoldan izler taşıyor. Ötekine nefretin bu kadar meşru olduğu bir dönemi bizim neslimiz hatırlamıyor. Onlarsa çok iyi hatırlıyor ve bize de hatırlatıyorlar.

Adı “Unutulmaz” olan bir çağrı videosunda Holokost’ta hayatta kalan ama asla unut(a)mayanlar şöyle anlatıyor bizim de neden unutmamamız gerektiğini:

“Çılgınca bir fikrimiz var. Daha önce hiç yapılmadı ve siz de bunun bir parçası olabilirsiniz. Unutulmaz bir söz söylemek istiyoruz. Ki hep hatırlayalım, bir ömürden de az bir zaman önce, sadece Yahudi oldukları için 6 milyon kişi katledildi. Biz de söz verdik: Bir Daha Asla. Ama Holokost’tan sonra da ölüm tarlaları gördük; Bosna’da, Ruanda’da, Darfur’da ve Suriye’de süregelen trajedide. Siyahilere, Müslümanlara, Yahudilere artan nefreti gördük. Bu nedenle geçmişi ve ölen insanları hatırlayacak altı milyon kişiye ulaşmaya çalışıyoruz. Bir kağıda ‘Hatırlıyoruz’ yazıp ses çıkarmanın ve ırkçılık eylemlerini, nefret işaretlerini durdurmanın bizim yükümlülüğümüz olduğunu asla unutmayacağız diye söz vererek fotoğrafınızla birlikte bu kampanyaya #WeRemember hashtag’iyle katılın lütfen, lütfen, lütfen unutmayın.”

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com