‘Bir yazar için en kötü şey moda olmak’

Çağdaş İspanyol edebiyatının usta isimlerinden Juan Goytisolo geçtiğimiz hafta aramızdan ayrıldı. Doğu ile Batı arasında bir göçebe, yeryüzünde bir sürgün olarak görülen Goytisolo’nun ölümünün ardından kendisiyle 2010’da yayımlanan bir söyleşiye yer verdik.

KENAN KARASU 18 Haziran 2017 KÜLTÜR

Çağdaş İspanyol edebiyatının usta isimlerinden Juan Goytisolo geçtiğimiz hafta aramızdan ayrıldı. Cervantes Edebiyat Ödülü sahibi Juan Goytisolo, 86 yaşında, Marakeş’teki evinde hayata veda ederken geride pek çok eser bıraktı. Diktatör Franco döneminde 1956’da sürgün edilerek Paris’e yerleşen Goytisolo, 1993-1996 arasında Bosna, Çeçenistan ve Cezayir savaşlarını gazeteci olarak gözlemledi. Roman, deneme ve şiir türünde pek çok kitap yazdı. Türkçede de Kapadokya’da Gaudi’nin İzinde, Ara Perde, Osmanlı’nın İstanbul’u, Yasak Bölge ve Yeryüzünde Bir Sürgün adlı kitapları yayımlanan yazar İslam dünyasına ve İstanbul’a ilgisiyle tanınıyordu. Doğu ile Batı arasında bir göçebe, yeryüzünde bir sürgün olarak görülen Goytisolo’nun ölümünün ardından kendisiyle 2010’da yayımlanan bir söyleşiye yer verdik.

Sondan başlayalım. 79 yaşındasınız. Hep isminizin önünde yer alan “Yeryüzünde bir sürgün” sıfatı hâlâ geçerli mi?

Size söyleyebileceğim tek şey var, ağaçlar köklerini salar ve oraya yerleşirler. Biz insanoğullarının ise ayakları vardır ve dünya üzerinde yürürüz.

Bir söyleşinizde Günter Grass’a Soğuk Savaş’ı kazananların teknoloji vasıtasıyla insanı beyinsizleştirdiğini, bu felaket karşısında insanı korumak için edebiyatın ne yapabileceğini sormuştunuz. Aynı soruyu size sorsak neler diyeceksiniz?

Savaşı yapanlar ve savaşı hazırlayan herkes aslında kazananların kendisi olmuştur. Ben öyle düşünüyorum. Zaten önce savaş kazanılır daha sonra mali olarak büyük zenginliklere ulaşılır. Ve tarihi bu insanların kendisi yazar. Bunu bütün dünyada görüyoruz. Yalnız son zamanlarda şu benim dikkatimi çekiyor: Çok fazla krizin yaşandığı bir dönemdeyiz. Herkes maaşların düşürülmesinden, insanların kısıntıya gitmesinden bahsediyor ama çok ilginç bir şekilde hiç kimse ordu harcamalarında kısıtlamayı gündeme getirmiyor.

Peki edebiyat ne yapabilir?

Bosna’daki ve Çeçenistan’daki savaşta bulundum. Burada gördüğüm tablolar beni iyice pesimistleştirdi. Şöyle bir durum var: Birisi öldürüldüğünde siz bu öldürülmeyi herkese ilan edip bir öykü yapabilirsiniz fakat öldürülen öldürülmüştür, öldüren de öldürmüştür. Bunun önüne geçebilmek için yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Bizim insanlar olarak biraz medeniyet görmüş hayvanlar olduğumuza inanıyorum. Bir gece medeni bir şekilde yatıp ertesi sabah bu medeniyeti kaybetmiş bir şekilde uyanırsak birbirimizi de mahvedebileceğimizi düşündüğümden çok pesimistim.

“Nedense Türk yazarları, şairleri hep geçmişi yok sayarak Balzac ve Zola tarzında yazıyormuş gibi gördüm ve bunu yadırgadım.” demiştiniz bir konuşmanızda. Bunu hâlâ savunuyor musunuz?

Bu durumun biraz değiştiğine inanıyorum. Orhan Pamuk’un örneğin Kara Kitap adlı eseri 20. yüzyılda eşi bulunmayan bir kitap. Farklı katmanları çok iyi anlattığını görebiliyoruz. Nedim Gürsel’i de takip ediyorum, okuduğum başka Türk yazarlar da var. Bence son yıllarda Türk yazarlar Mevlânâ’nın, Yunus Emre’nin ve Pir Sultan Abdal’ın kattığı edebi ve kültürel değerleri yeniden toplamaya başladı. Onun dışında bir Rus deneme yazarının söylediği söz aklıma geldi: “Geçmişe bakarak yazmayan insan gelecekte de kaybolacak demektir.” Eğer geçmişinize bakıp onu temellendirerek bir şey yazmazsanız gelecekte de yok olursunuz. Ben de sırf bu yüzden İspanyol edebiyatının tarihsel derinliğine girdim ki günümüze bakabileyim. Bir yazarın başına gelebilecek en kötü şey, moda olmak. Bugün moda olan biri yarın moda olmayacak ve kaybolacaktır. Sadece günümüz hakkında ürün veren yazarın da geleceğe kalacağını düşünmüyorum.

‘Kapadokya’da Gaudi’nin İzinde’ adlı eseriniz akla Calvino’nun Görünmez Kentler’ini getiriyor. Kapadokya’nın ünlü İspanyol Mimar Gaudi’nin eseri olduğunu hayal etmeniz, Gaudi ile olan ilişkiniz, modernite ve peşine düştükleriniz… Neler söyleyeceksiniz?

Modernitenin günümüzde değil, tüm zamanlara ait olduğunu düşünüyorum. Klasik sanatlarla ilgili biri için Gaudi’nin eserleri açıkçası biraz saçma bile gözükebilir. Gauidi klasik sanata ilk defa boyut kazandırmıştır ve bu açıdan çok önemli bir isimdir. Başta da söyledim modernite, zamanı olmayan zamansız bir kapsam. Öyle ki daha önce çok farklı yerlerde bulundum. Bunlardan biri Mısır’dı. Nil Nehri’nin kıyısı El Kahire Müzesi’ne gittim, orada öyle çizimler gördüm ki, bunlar yaklaşık beş bin yıllık. O çizimlerde aynı Kapadokya’ya baktığınızda Gaudi’yi gördüğünüz gibi, El Kahire’deki çizimlere baktığınızda Picasso’yu görüyorsunuz. Diyorsunuz ki bu çizim Picasso ve onun modernitesi. Ben bunu 5 bin yıl öncesine kadar takip edebiliyorum. Bu Roma döneminden kalan bir sanatsa Venüs’ün, Adonis’in tüm tapınmaları ve yaratımları tamam, çok güzel, o konuda hiçbir itirazım yok ama onları herhangi bir moderniteye dönüştüremiyoruz onları. O yüzden modernitede takip edebilmemiz çok önemli. Roma dönemindeki eserler daha eski olmalarına rağmen ben günümüzde hiçbir yerde bulamazken, beş bin yıllık çizimlerde kendi Picasso’mu bulamıyorum.

‘Türk ve Arap dünyasını olan ilgim hep tepki gördü’

Müslüman ve Arap dünyasına ilgim her zaman tepki gördü. Sanki bu bir sorun gibi benim üzerimde. Türkiye ve Arap dünyasına olan bu merak eksikliğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. İspanya gibi bir ülkede Arap ve Yahudi etkisi çok önemli. İspanyol kültürü Batı kültürüne sahip bir ülke ama Yahudiler ve Arapların varlığıyla oluşturulmuş bir Batı kültürü. Bunu unutmamak lazım. Endülüs dünyasının sanat eserleri yakın bir zamana kadar dikkate alınmıyorlardı.

’80 darbesinde Kapadokya’da yalnızdım’

12 Eylül darbesinde Kapadokya’daydım. Ürgüp’te sokağa çıktığımda polis kimseye izin vermiyordu. Meydandaki kalabalığın arasından koşarak kendimi bir karakola attım. İspanyol yazar olduğumu ve Kapadokya için geldiğimi söyledim. Bana bir izin belgesi verdiler. Tüm Kapadokya’yı tek başıma dolaştım. Her yer bomboştu, hayatımın en unutulmaz turuydu. Taştan bir ormanda yalnız başıma yürüyordum sanki. Sadece bir keşişle karşılaştım. O da benim için Gaudi’ydi sanki.

‘İspanyol mimar Gaudi İslam dünyası ve sanatıyla çok ilgilenmişti’

Gaudi İslam dünyası ve sanatıyla çok ilgilenmişti. Sahara bölgesini tanıyordu. Kapadokya bölgesini tanıyıp tanımadığına dair araştırdım ama bir kanıt bulamadım. Gaudi Kapadokya’ya ayak basmış olsaydı kesinlikle burada yaşardı. İnşa ettiği eserlerin çoğu Kapadokya’da var. Gaudi’yi orada hayal etmek çok büyüleyici bir şey. Öldüğünce kimsenin far etmediği Gaudi’nin hayatındaki bu basitlik ve yalınlık hepimizin madalya takıp zafer kazanan insanlar gibi dolaştığımız bu dönemde çok asil geliyor.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram