Walkman ve nostalji

Walkman deneyimini yaşayanlar, onunla büyüyenler için bu minik kasetçalar kutu kişiliğimizi şekillendiren bir araçtı.

RÜYA KARLIOVA 21 Ocak 2018 GÖRÜŞ

Şiddet sessizlik doğuruyorsa / Yanıldık demektir.” Ünlü rock grubu Cranberries’in 1990’larda İrlanda’da yaşanan şiddet sarmalına yanıtıydı bu. “Zombie” adlı şarkı IRA’nın bombasıyla ölen iki çocuk için yazılmıştı. Şiddeti nereden gelirse gelsin protesto etmeye, çocukların öldürülmesini kabul etmemeye çağırıyordu. Bir nesil bunu o şarkıdan öğrendik.

Neredeyse bedenimizin uzantısı haline gelen ‘walkman’lerimizde Cranberries dinliyorduk. Sadece şiddete ses çıkarmayı değil, düş kurmayı da öğreniyorduk.

Bu yüzden Cranberries’in solisti Dolores O’Riordan geçen hafta hayatını kaybettiğinde sesinin ve mesajının bir dönemin simgesi olduğunu hissettik. O’Riordan’ın uzaklaşan sesinde kapanan bir dönemin ruhu vardı. Yetmişli yaşlarında bir profesör bunu söylediğimde şöyle dedi: Bu grubun adını ilk kez duydum, nesil farkı böyle bir şey olmalı. 

Dolores, adının anlamı gibi bir nesle hüznü, ölen çocuklara ağlamayı, şiddeti protesto etmenin önemini öğretti ve gitti. Biz, 80’li ve 90’lı yıllarda çocuk ve genç olanlar, bu deneyimi özlesek de dijital gözyaşlarının ve protestonun konforuna çoktan alıştık. Bugün hepimiz ancak #SavasaHayir diyebiliyoruz. Walkman gibi analog deneyimler artık uzakta, müzelerde. Yerini ipod’lara bırakan o nesneleri de, Dolores’in kulağımıza fısıldadıklarını da unuttuk.

Artık belirsizlik çağındayız. Geçen devrin nostaljisi, değişen şehirlerde, seslerde, kokularda, objelerde daha belirgin. Oysa 90’larda bir taşra şehrinde, İstanbul’un ya da başkentin köhne bir sokağında yürürken, Anadolu’nun bitmeyen yollarında başını bir otobüs camına dayamışken dünyayı arkamıza, Cranberries’i yanımıza alıp düşe dalmamızı sağlayan ilk aletti walkman.

Rebecca Tuhus Dubrow, “Personal Stereo” adlı küçük kitabında şöyle diyor: “Düşlere dalmanın makinesiydi walkman.” Walkman iki yakın dostun kurduğu bir marka, ama 1979’da piyasaya ilk kez bu adla sürüldüğü için nesnenin adına dönüştü. Walkman’i piyasaya süren Sony firmasının sahipleri ayrılmaz iki dost: Morita ve Ibuka. Onlar yaşlandıktan sonra piyasadaki eski gücünü kaybetti firma. Sonra walkman üreten başka markalar da çıktı, yine de âlet bu adla anılmaya devam etti. Bu uzak deneyimi anarken bu iki dostun hikayesine değinmeden geçmeyelim, onların öyküsü de bu analog özlemin bir parçası çünkü.

İki dost aynı ofiste çalışıyor, ürünlerini birlikte deniyorlardı, hatta kendilerine ait özel bir dilleri bile vardı. Onları tanıyanlar, “Bir kenarda öylece durur birbirleriyle sohbet ederler, kimse neden bahsettiklerini anlamazdı,” diyorlar. (Belki onların hali walkman neslinin halini özetliyor.) Ama 90’lı yılların başında ikisi de felç geçirip konuşma yeteneklerini yitirdiler. Yine de ayrılmadılar birbirlerinden, sessizce oturup elele tutuşurlar, bu haldeyken gözlerinden yaşlar inermiş. İki yıl arayla (1997, 1999) hayatlarını kaybetti Morita ve Ibuka. Zaten o yıllarda kaset yerini CD’ye ve walkman de diskçalarlara bırakmaya başlamıştı.

Walkman deneyimini yaşayanlar, onunla büyüyenler içinse bu minik kasetçalar kutu kişiliğimizi şekillendiren bir araçtı. Çok uzaklardaki Dolores O’Riordan’ı içinde bulunduğumuz kalabalıklara tercih etmemizi sağlayan, sayesinde nihayet ayrıksılığımızın meşrulaştığı ilk âletti. Kalabalıkları duymamamızı, orada olmayışımızı meşrulaştırdı. Kişisel ve yalnız bir deneyimi bize ilk kez vaat etti walkman. Vücudumuzun ilk uzantısıydı, George Simmel’in metropoliste koruyucu bir organa ihtiyaç duyduğunu söylediği şehir insanı için işte o koruyucu organdı. Evet, hiç pratik değildi. Kocaman pillerini birkaç kaset dinledikten sonra değiştirmemiz gerekirdi ve sevdiğimiz şarkıcının baritonlaşan sesi şüphesiz kötüye, biten pillere delaletti.

Sadece yalnızlığımızın taçlanışı değildi walkman, dünyaya bakışımız da onunla değişti. Artık dünyanın geçit törenine bir müzik de eşlik ediyordu, üstelik yönetmen bizdik. Dünya, şehrin sokakları, yollar bir filme dönüşüyor, gerçekliğimiz de onunla birlikte değişiyordu.

Walkman’le birlikte görüntü sesten ayrıldı. Bu nedenle aslında walkman’de Dolores’in sesi çoktan aura’sını kaybetmişti ama şimdi her ikisi de hatıra olarak anılırken tamamen yok olan bir aura’nın endişesi de eşlik ediyor hüznümüze.

Analoga özlemimiz sadece walkmanle sınırlı değil aslında. Hayatımızın her yerini dijitalin işgal ettiği çağda, doğaya dönmemizin nedeni de bu belki. Çünkü birden çok duyumuza hitap edecek şeyleri özlüyoruz, walkman’in, analogun sınırlarını özlüyoruz. Düşe dalmayı özlediğimiz kadar, biten bir pille düşten uyanmayı da özlüyoruz.

 

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram