Nereden geldik, nereye gidiyoruz?

KRONOS 10 Aralık 2017 KÜLTÜR

C. SCHMIDT

Varlık sahasına çıkmış ve soluk almaya başlamış insanlık, kendini ve çevresini keşfetmeye başladığı anda, aklının bir gereği sayabileceğimiz iki sorunun ardına düşer: “Nereden geldik?” ve “Nereye gidiyoruz?”

13 ülkede 3 Ekim 2017’de yayınlanan “Başlangıç” romanının yazarı Dan Brown yine tanıdık ve sevilen baş karakteri; Harvard Üniversitesi simgebilim Profesörü Robert Langdon ve yeni kahramanlarıyla okurunu bu soruların cevabını bulmaya davet ediyor.

Melekler ve Şeytanlar, Da Vinci Şifresi, Kayıp Sembol ve Cehennem kitaplarıyla büyük bir başarı elde etmiş Amerikalı yazar, bu eserlerinde okuyucusunun gönlüne taht kurmuş ana karakteri olan Robert Langdon ile tekrar yola koyuluyor.

Ünlü profesörümüzün yeni serüveni, eskiden öğrencisi olup sonrasında da yakın dostu haline gelmiş, oldukça zeki fütürist ateist ve multi milyoner bilgisayar yazılımcısı Edmond Kirsch’ün bütün dünyanın düşünce sistemini ve değerlerini sarsacağına ve de değiştireceğine inandığı büyük buluşunun tanıtım programına davetiyle başlar.

Bu davetten önce kitabımıza Kirsch’ün buluşunu öncelikle üç büyük dinin temsilcileri ile bir görüşme ayarlamasıyla giriş yapıyoruz. Bir piskopos, bir haham bir de alim. Çünkü buluşunun isabetliliğini ve yıkıcı etkilerini en iyi gözlemleyeceği zümre olarak, onları görür. Neticede de hazırladığı sunuma verilen refleks de tahminlerinin doğruluğunu göstermiştir. Bir yandan sevinse de diğer yandan da endişelenmeye de başlamıştır; acaba engellemelerle ulaştığı gerçeklerin açıklanmasında önüne geçilmeye çalışılacak mıdır? Bu sebepten de bir kaç ay sonra yapacağı sunumunu en yakın tarihe alır.

Dünyayı sarsacak büyük buluş, modern zamanın estetiği ile inşa ve dizayn edilmiş Bilbao’daki Guggenheim Müze’sinde çağırılan davetlilerin yanı sıra canlı yayınla bütün dünyaya da eş zamanlı gösterilecektir. Gösteriyi bizatihi izleyecekler arasında bir de özel bir konuk vardır, Robert Langdon. Program öncesi ve sonrası için profesör için, bütün konuklardan ayrı özel bir hazırlık da yapılmıştır. Sayfalar arasında okuyucu da müzenin ilgi çeken mekanlarını dolaşıyor ve merak hissinin iyice kamçılanmasından dolayı da sunumun yolunu dört gözle bekliyor. Cazibeli mekanda yolculuğumuzda kitap boyunca bizlere eşlik edecek olan kadın kahramanımız Amra Vidal’i görmeye başlıyoruz. Kendisi gösterinin yapılacağı müzenin yöneticisi ve ayrıca İspanya’nın yakın gelecekteki kral olacak olan prensin de nişanlısıdır. Tabii durumların ve kişilerin statüsü hassas olunca ona göre de geniş güvenlik tedbirleri alınır. Saatler ilerledikçe tüm konuklarda gelmeye başlar. Güvenlik çemberinden geçenlere girişte program öncesi birer kulaklık verilerek, müze içinde küçük bir gezinti ayarlanmıştır. Hadvard’lı Profesöre de ayrıca özel bir kulaklık tahsis edilmiştir, çünkü kendisine eşlik edecek ses diğerlerininkinden farlıdır. İngiliz aksanıyla konuşan nazik beyefendi edalı yapay zeka Winston’dur.

“Düşmanlarınız mı var? Güzel. Demek ki hayatta bir şeylerin mücadelesini vermişsiniz.”

Programın başlamasına az bir zaman kalmıştır. Misafirler bir koridordan özel bir sunum odasına alınır. Hatta ayakkabılar bile çıkartırılır. İşi daha da bir cazip hale getirmek için, mekandaki görsel ve ışık efektlerle heyecan iyice körüklenir. İlk önce sahneye güzel ve alımlı idareci hanım Amra Vidal çıkar, sunumun kendisi içinde bir sürpriz olacağı ve merakla beklediği kısa açıklamasından sonra Edmond Kirsch’ü takdim eder. Ünlü fütürist ve ayrıca hiçbir dine de inanmayan dahimiz açıklamalarıyla gayet kendinden emin adımlarla bütün zihinleri ekrana bağlar.

“Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz? İnsanın varoluşuna dair bu temel sorular hep aklımı kurcalamıştır. Yıllarca bu sorulara cevap bulmanın hayallerine daldım.” Sesi kederlenen Edmond kısa bir an durduktan sonra konuşmasına devam etti. “Üzücü olan şu ki, dini dogmalar sebebiyle milyonlarca insan bu büyük soruların cevabını zaten bildiğine inanıyor. Her din aynı cevabı vermediği için kültürler aralarında, kimin cevabının doğru, hangi Tanrı hikâyesinin tek gerçek hikaye olduğu üzerine savaşıyor.“

Her şey yolunda gidiyordur. Canlı yayın ekranındaki izleyici sayısı da bir kaç milyonu geçmeye başlamıştır. Salondakiler soluklarını adeta tutmuş sonucu bir an görmek istercesine pür dikkat izliyor hem de dinliyorlardır. Ve bir anda beklenmedik bir şey olur. Saniyeler içinde bütün ortamda yankılanan bir sesle anlatıcının kafası geriye gider. Anlaşılan odur ki Edmond’un korktuğu başına gelir. Maalesef artık merakın yerini dehşet ve korku almıştır.

Bencillikle etrafına bir ağ örmüşse insan, onun için düşüncelerin doğru ya da yanlış olması fark etmez. Kendisi gibi inanmayan ve düşünmeyen herkesi yok etmek ister, çünkü dinlemeye ve anlamaya tahammülü yoktur. Winston’un konuk listesine son anda dahil olan ismi geç fark edip ünlü profesörümüze bildirmesi maalesef olayların önüne geçmez. Etrafın bir anda karışması, kraliyet görevlilerinin devreye girmesiyle, Langdon ve Amra Vidal yarım kalmış bu öyküyü, ortak dostları olan Edmond’un anısına karşı bir vefa görevi bilip tamamlamak için fikir birliği yapmalarına sebep olur ve olay yerinden beraber kaçarlar. Tabii ki alınan karar kendisiyle beraber bir çok zorluğu da getirir. Yakın gelecekte kraliyet ailesinin önemli bir ferdi olacak genç bayan kraliyetin de adının bu işe karışmasıyla bilinmezliklere ve entrikalara yelken açar. Ülke büyük bir çalkantı yaşar, kilisenin bu olayda rolü olup olamadığı da sorunlardan biri olarak merkeze oturur.

Dan Brown uzun bir aradan sonra (özellikle hayranı olan) okurlarının karşısına çıkıyor. Hele ki kitabın tanıtımlarında değişmez figürü Robert Langdon’u da duyunca, okuyucularını kitaba bir an önce sahip olmaya sevketmiştir. Bir çok vaadi olan kitabımızda ilerlerken görüyoruz ki, bilişim ve teknolojiyle hemhal olmuş zamanımıza yazarımız ve kahramanı da ayak uydurmuş. Daha çok teknik konuların hakim olduğu bilimsel verilere dayandırılan problemlerle uğraşıyor profesörümüz. Hep aşina olduğumuz simgeselliği çok da bulamıyoruz. Bu anlamda da biraz hayal kırıklığı yaşanmıyor değil. Ama anlatımlarında alışık olduğumuz tarihi mekanların tasvirliliği bu eserde de oldukça doyurucu bir şekilde verilmiş. Yazınsal yolculuğumuz İspanya’da geçiyor: Santa Maria de Montserrat Manastırı, Montserrat Kütüphanesi, Bilbao’daki Guggenheim Müzesi…gibi daha başka mekanları da bizlere tarihleri ve yapıtlarıyla anlatıyor. Modern sanatlarıyla düşüncelerini ve adlarını tarihe yazdıran şair, yazar ve ressamlar da kitapta oldukça geniş bir yere sahip. Ayrıca teknolojinin gelişimiyle beraber bilginin hızla yayılışını (doğru ya da yanlış) ve bir anda büyük kitlelere ulaşmasını da ele alıyor. Dinleri ve temsil edildikleri kurumları, düşünce sistemlerini (Darwinizm gibi) süzgeçten geçiriyor.

Çoğu şey de olduğu gibi kitaplardan alınan ve çıkarılan sonuçlar da görecelidir. Her bireyde ayrı bir etki ve de ayrı bir iz bırakır. Zamanın, gerçek eserler üzerindeki hükmü, ancak demlenmesi olarak netice vermesi de şüphesiz edebiyat severlerin gözlerinden kaçmaz. Bu bağlamda bu yapıtları bir daha ve de bir daha okumak bıktırmak yerine, her defasında sizleri kendisine ayrı bir tatla bağlar. Adeta verdiği lezzetle dimağlar mest olur. Kitap severlerin bu şekilde gönlünde yatan yazarlar ve eserler vardır mutlaka. Bu perspektiften bir göz kırptıktan sonra, kendi adıma Dan Brown’un diğer kitaplarının gerisine koyacağım ve bir daha da okumayacağım bir kitap “Başlangıç”. Çok büyük vaadlerle sizi yola çıkarıp, sonra da yarı yolda bırakılmışlığın verdiği hislere gark ediyor okurken. Bütün kurgunun etrafında döndüğü ve neredeyse kitabın büyük bir bölümünde beklediğiniz açıklamaları (öyle ki üç dinin temsilcilerini bile inançlarında şüpheye düşürecek derecede!) okuyunca, yazarın okurlarına bakış açısını ister istemez sorgular buluyorsunuz kendinizi. Kitaptaki kahramanların Edmond Kirsch’ün buluşunun açıklamaları karşısında, büyülenmiş şekilde hayretlerini içeren paragrafları da arz-ı endam ettiğinde, bir kez daha “Çok Okunan Kitaplar” listesinin objektifliğinin göreceliliği de bu olsa gerek demeden geçilemiyor…

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram