Gandhi neden burada değilsin?

KRONOS 30 Kasım 2017 GÖRÜŞ

HAYRETTİN YILDIZ YAZDI…

Çok klişe ama hakikat: Tarihi günlerden geçiyoruz…

Ülke derin bir kaosun ortasında, iyice otoriterleşen AKP iktidarı, nerdeyse her gün farklılaşan politikalar etrafında habire bir şeyleri değiştiriyor, olmayınca bir daha değiştiriyor, değişimin ruhuna da aykırı olan bu zoraki değişimler, sistemleri yıpratıyor ve giderek yok ediyor. Şimdilerde Erdoğan rejiminin günü kurtaran bu değişimler devri daiminden geriye, biraz eğitim, biraz ekonomi, biraz dış politika ve mumla aranan bir adalet kaldı.

Artık kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı ve tüm erklerin bir kişinin iki dudağının arasına hapsolduğu gerçeği herkes tarafından kanıksanmış durumda. Bu noktaya gelişimizi analiz ettiğimizde herkesin hırsızı suçladığını ama gerekli tedbirleri almayan ev sahiplerine çok az söz söylendiğini görüyoruz. Peki bu tedbirler nelerdi ve önlem adına neler yapılabilirdi ?

Mesela Türk basının hala kapısı açık büyük bir kısmı, bu otoriterleşmenin baş gösterdiği ilk günlerden -çağdaş demokrasilerde olduğu gibi- bu yönelişin karşısına dikilebilselerdi, kapatılmayı, tutuklanmayı bir kenara bırakıyorum yüksek plazalardaki konforlarından birazcık fedakarlık yapmayı göze alsalardı, bu süreç boyunca bu akıl tutulmasına cesaretle karşı koyan ve bu nedenle tutuklanan, işkence gören, sürgün olan meslektaşlarının yanlarında dursalardı veya en azından duruyormuş gibi yapsalardı bu noktaya gelinmeyebilirdi.

Eğer muhalefetteki siyasi partiler görevlerini layığı ile yapsalardı, iktidarın projelerine su taşımasalardı, bu noktaya gelinmeyebilirdi. Bu konuda HDP’yi istisna tutmak her vicdan sahibinin boynunun borcudur. Zira; şimdilerde bir kumpas olduğu iyice gün yüzüne çıkan ve yargılama süreçlerindeki ifadelerle iktidarın bu kumpasın içinde olduğu anlaşılan melun hadiseden sonra tüm siyasi partiler yeni kapı ruhu diye ülkeyi faşizme teslim ederken, HDP genel başkanı Selahattin Demirtaş, aynı günlerde bu darbe girişiminin bir tiyatro olduğunu Tayyip Erdoğan dahil bir çok kişinin bu girişimi önceden bildiğini ve bu oyunun içinde olduğunu açıkça ifade etmiştir. Ve bu nedenle tutuklanmış ve bu sözlerinden dolayı kendisine bedel ödettirilmektedir. Diğer siyasi partiler ise bu onurlu yolu tercih etmek yerine, tehditlere boyun eğerek bazan açıktan, bazan da muhalaefet ediyormuş gibi yapmak suretiyle AKP iktidarına teslim olmuşlardır.

Eğer sivil toplum kuruluşları, otel salonlarında iktidardan ürkek ürkek dert yanmak yerine, kitlelere yön verecek eylemli muhalefete öncülük etselerdi bu noktaya gelinmeyebilirdi. Ancak bizim sivil toplum kuruluşlarımız tam tersine bu otoriterizmi inşa sürecinde AKP’nin büyük destekçileri olmuşlardır. Hiç bir sendika bırakın genel ülke gündemini, üyelerinin haklarını aramak adına bile sokağa çıkıp tepkisini ortaya koymamıştır, oysa dünyada sendikalar bir çok toplumsal değişimin lokomotif güçleri olmuşlardır. Polonya’da Leh Walesa bunun en çarpıcı örneklerinden birini ortaya koymuştur. Diğer güçlü kuruluşlardan da ciddi bir tepki ortaya konmamıştır. Toplumun ortak çıkarlarını gözetmek yerine güçlüye göre pozisyon alıp kendi çıkarlarını kollamak ortak paydasında buluşmuşlardır. 28 Şubat sürecinde hükümet deviren “5’li çete” diye adlandırılan iş dünyasının çatı örgütleri de bu paydanın içinde yer almışlardır.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük hukuksuzluklarının yaşandığı bir dönemde Türkiye’nin en güçlü STK’larının başında gelen ve üyeleri hukukçu olan Türkiye Barolar Birliği ve hükümete muhalif kimliği ile bilinen başkanı Metin Feyzioğlun’dan ciddi bir karşı duruş beklenebilirdi ama nafile, ne yazık ki o da 15 Temmuzun hemen akabinde saraya giderek biat etmiş, akabinde de adım adım inşa edilen faşizme her türlü desteği sağlamıştır. Bırakın ülkede yaşanan hukuksuzlukları, kendi üyelerinin haksız yere tutuklanması ve işkence görmesine bile tek kelam etmemiştir.

Gelelim yargıya, bu bahis o kadar utanç verici bir manzara arz ediyor ki, yıllar sonra bile bu günün hakim ve savcılarının lanetle anılacağına eminim. Yargı, bu otoriterleşmeye, yasaların hoyratça ihlal edilmesine, anayasa ile güvence altına alınmış başta yaşam hakkı olmak üzere, mülkiyet hakkı, seyahat hakkı, din ve vicdan özgürlüğü gibi en temel hakların her gün devlet eliyle iğdiş edilimesine sessiz kalmış hatta bir çoğunun faili olmuştur.

Anayasa gereği üç temel erkten birisi olan yargı, yürütmeyi ve yasamayı kontrol etmek ve dengelemek ile görevlidir. Bu görevinin gereği yargı tüm devlet sistemimizi yok eden bu süreci engelleyebilecekken bunun yerine başta kendi meslektaşlarını, meslekten ihraç ederek, tutuklayarak ve işkence ederek başlattıkları utanç serüveni yüzbinlerin ölümü, sürgün edilmesi, işkence görmesi ve hukuksuzca mağdur edilmesine uzanan bir kabusa dönüşmüştür.

Türk yargı tarihine bakıldığında -bu gün yaşananların dengi bulunmasa da- bu tür dönemlerin olduğu görülecektir. Ancak yargı camiasında bu denli bir akıl tutulması hiç yaşanmamıştır, bunun sadece, toplumun güce boyun eğme yönündeki genel karakterinin, bu toplumun parçası olan hakimlerde de tezahür ettiği yönündeki haklı tespit ile açıklamayı yeterli bulmuyorum. Bununla birlikte aldıkları eğitimin, (özellikle hakimliğe başlamadan önce Adalet Akademsi’nde aldıkları 2 yıllık eğitimin) hakimlik teminatı ve hakimlerin bağımsız ve tarafsızlıklarını tamamen yok eden siyasi ve hiyerarşik baskıların, hakim ve savcıların ekonomik ve sosyal koşulları gibi bir çok nedenin de etkili olduğunu düşünüyorum. Bu nedenlerin her birinin masaya yatırılıp, makul çözümlerle izalesi yoluna gidilmediği takdirde, görevi kanunları uygulamak olan hukukçuların ilk önce kendilerinin hukuku ihlal ettiklerine şahit olmaya devam ederiz.

Sonuç olarak ülkenin hiç bir dönemde olmadığı kadar derin bir kaosa sürüklenmesi sürecine dur diyebilecek hiç bir kurum üzerine düşeni yapmamış ve bu gidişata seyirci kalmayı yeğlemişlerdir. Yukarıda saydığım kurumların her biri tek başlarına bu otoriterleşmeyi durdurabilecek güce sahip olmalarına rağmen, bunu tercih etmemişlerdir.

Bu çürümeye dur diyecek onurlu toplum önderlerinin çıkmayışı ortak günahımız olduğundan yakınmaya yüzümüz yok belki ama eğer bu gün; Leh Walesa gibi sendikacılarımız, Bilge Kral Aliya gibi avukatlarımız, Gandhi gibi siyasetçilerimiz ve Recai Seçkin gibi yargıçlarımız olsaydı bu kaos yolculuğu başlamadan bitebilirdi. Bu günlerde şu serzeniş bir çoğumuzu esir alıyor eminim, Gandhi, Walesa, Aliya neden burada değilsiniz, sizin ruhunuz bu topraklarda ne zaman hayat bulacak.

Evet, Recai Seçkin bu toprakların insanı ve hukuk tarihimizde çok müstesna bir yeri var ismi geçmişken tüm hakim savcılarımıza örnek olması için bahsetmeden geçemeyeceğim. 1960 ile 1966 yılları arasında Yargıtay başkanlığı yapmış olan Recai Seçkin çiçeği burnunda Yargıtay başkanı iken, 27 Mayıs darbesi ile başa gelen askerler tarafından kendisine, Adnan Menderes ve diğerlerinin yargılanması için kurulacak özel mahkemeye başkanlık etmesi teklif edilir, Recai Seçkin bu yargılamanın doğal hakim ilkesine aykırı olacağı gerekçesiyle reddeder ve o zamanın muktedirlerine boyun eğmez. Bu utanç Salim Başol’a kalır. Recai Seçkin darbeden bir kaç ay sonra gerçekleşen Adli Yıl açılış konuşmasında muadillerinin aksine darbeyi öven tek kelime etmediği gibi, darbenin lideri Cemal Gürsel’in gözünün içine bakarak şu sözleri sarf eder:

“ Ülkenin temeli olan adaletin, gereği gibi dağıtılması için ilk şart, mahkemelerin tarafsız olması yani hüküm veren hâkimin, dosyadaki delillerin, kendi hukuk ve kanun anlayışının ve nihayet vicdanının etkisinden başka hiçbir şeyin etkisi altında olmaksızın karar vermesidir. Buna ‘yargı bağımsızlığı’ denilmektedir. Hâkim, hukuk esasları ve vicdanı yerine idare adamlarının veya davada ilgisi olanlardan birisinin etkisi altında kalarak karar verirse, verdiği karar, özünde adaletle ilgisi bulunmayan bir belge, daha açıkçası bir zulüm belgesinden ibaret kalır. Bu durum haksızlığa uğrayanın olduğu kadar bütün toplumun gönül rahatlığını bozar. Zira yurttaş haklı olarak aynı felaketin bir gün kendi başına da geleceğini düşünür…”

Tüm hakim ve savcılarımızın bu idrake ulaşması dileğiyle…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com