Korkunçtu, korkmuştum… Geceydi ve deniz bitmek bilmiyordu

SELAHATTİN SEVİ 27 Kasım 2017 Genel

Gelirler, gelecekler, diyordu Salam Aldeen, Türkiye kıyılarını göstererek. Tanyeri henüz ağarmamış, sahil buz kesiyor! Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinin tam karşısındaki Midilli adasının kuzey sahilinde yanan ateş, sadece bir avuç gönüllü genci ısıtmıyor, biraz sonra akın akın gelecek mülteciler için konum bildiriyordu.

Aldeen heyecanlandı:

– Söylemiştim, bak, işte geliyorlar!

Aniden sahile park ettikleri aracın üzerine çıktı Aldeen. Turuncu kutlama fişeğinin dumanları sabah kızıllığına karışmaya başladı. Sonra vuvuzelalar, kornalar, sirenler… Uzaktan kıyıya doğru gelen karartı büyüyor, büyüyordu… İçine 55 kişinin sığdığı küçük bot dalgaları yara yara sahile ulaştı.

– Önce çocuklar, sonra kadınlar!

Sütü-maması biberonunda bitmemiş şaşkın bebeler, korkudan ağlayan çocuklar, tir tir titreyen ve çığlıklar atan kadınlar, en son da metanetini korumaya çalışan babalar, dedeler bottan tahliye edildi. Can yelekleri çıktı, el ayası kadar paketlerin içindeki altın ve gümüş rengi jelatin battaniyeler üşüyen ıslak bedenlere sarıldı.

Sonra soğuk ve ürpertici bir gecenin sabahında, günün ilk ışıklarıyla Midilli adasının kuzey kıyılarından şirin Skala Sykaminias kasabasındaki kampa doğru yola düşüldü.

2015 yılının ekim ayındaki bu sahne, o günlerde sıradan bir ada gününün rutiniydi. Çünkü o gün tam 85 plastik bot Türkiye kıyılarından Avrupa sahillerine umut yolcularını taşıdı. Gelenler savaşın bütün acımasızlığıyla sürdüğü Suriye’den, iç çatışmaların ve IŞİD saldırılarının hayatı çekilmez kıldığı Irak’tan, devlet baskısının bunalttığı İran’dan, fakirliğin kol gezdiği Afganistan’dan veya dünyanın diğer sorunlu bölgelerindendi.

İKİ YIL SONRA YİNE BİR KASIM GÜNÜ

Aradan tam iki yıl geçti. Kasım ayının ilk günlerinde başka bir öyküye şahit oldu, Midilli’nin kuzey kıyıları… Bu sefer umut yolcuları Türkiye’den eğitimci bir anne-baba ile üç çocuğuydu. Hüseyin Maden 40 yaşında bir fizik öğretmeni, eşi Nur Maden ise 36 yaşında ana sınıfı öğretmeniydi. Kastamonu’da yaşayan ailenin Nadire (13) ve Nur (10) isminde iki kızı, Feridun (7) isminde bir oğlu vardı.

7 Kasım sabahı Midilli’nin Mithymna limanı açıklarında önce Feridun’un cansız bedeni bulundu. Üzerinde kırmızı bir ceket, kahverengi bir pantolon, botlar ve turuncu bir can yeleği vardı. İki gün sonra Mantamados Lesvos açıklarında bu sefer başka bir çocuğun aynı akıbete uğradığı anlaşıldı. Bu Nadire’ydi. Mavi bir pantolon ve mavi ayakkabılar giyen çocukla birlikte 40’lı yaşlarda babaları da sahile çıkarıldı. Üzerinde kot pantolonu bulunan adamın bulunduğu tarih 11 Kasım’dı.

Yunanistan resmi kaynaklarından alınan bilgiye göre baba ve iki çocuğunun naaşları 10 gün suda kalmıştı ve tanınmayacak haldeydi.

Kastamonu’nun Daday ilçesinde kendi halinde, başarılı bir fizik öğretmeniyken, 15 Temmuz sonrası çıkartılan KHK ile hayatları altüst olmuştu Hüseyin Maden ve ailesinin. Gülen cemaati ile bağları öne sürülerek Hüseyin ve Nur Maden hakkında “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. İkisi de tutuklanırsa çocuklarının yalnız kalacağı korkusuyla aile polisten saklanmaya karar verdi. Sonra da ölümü bile göze alarak o yolculuğa çıktılar.

Oysa Yunanistan kıyılarında büyük mülteci göçü durduğu için onları karşılayacak Danimarkalı yardım gönüllüsü Salam Aldeen gibi iyi insanlar yoktu. Kuzey Ege’de Çanakkale ile Midilli arasındaki sularda 24 saat süren mülteci trafiği de…

Anadolu’dan gelenlere anne şefkatiyle bağrını açan Midilli’nin son güzü, başka bir trajediye şahitlik etti. Ve bu trajedi kesik baş heykeli İstanbul Arkeoloji müzesinde bulunan Midillili şair Sappho’nun  “Boşuna ne uğraşıyorsun / Yumuşatmaya o taş yüreği?” dizelerini hatırlatır gibiydi.

‘GECEYDİ VE DENİZ HİÇ BİTMEK BİLMİYORDU’

Ben de bir şeyler yapabilir miyim diye sabah ayazında mülteci kampında konuştuğum İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı Peder Hristoforos’un sözleri hâlâ ada sahillerinde yankılanıyor:

“Nereden geldikleri, neye inandıkları önemli değil. Eğer benim ailem savaştan, işkenceden kaçıyor olsaydı, karşı kıyıdaki birinin onlara yardım etmesini, yemek ve battaniye vermesini isterdim. Bunları sadece bir insan olduğum için yapıyorum ayrıca dini inancıma göre doğru olduğu için de buradayım… Ben Tanrıyı seviyorum ve bu sevgiyi sadece insanları seviyorum diyerek gösteremeyiz. Başka insanlar için yaptıklarımız Tanrı’ya olan sevgimizin de göstergesi olacak.”

Seher’in kırık Türkçe ile söylediği umut sözleri de dün gibi aklımda. Maden ailesi üç yıl önce 14 yaşında olan Afganistanlı Seher Nazari kadar şanslı değildi maalesef. Anneannesi, annesi, dayısı ve diğer akrabalarıyla Midilli’de kayıt sırası beklerken konuşan Seher, Türkiye sahillerinden bir gece yarısı Midilli’ye yaptığı korku dolu saatleri anlatmıştı:

“Çok korkunçtu, ben çok korkmuştum. Geceydi ve deniz hiç bitmek bilmiyordu. Hepimiz ölümü göze almıştık. Korku dolu yolculuk boyunca bildiğim duaları okudum. Fakat kendi kendime şansım varsa, nasibimde varsa geçeceğim, dedim.”

Maden ailesinin nasibinde yokmuş. Kaderleri güzel Seher’in korku dolu gece yolculuğu gibi mutlu sonla bitmedi. Seher kim bilir şimdi nerede, ne yapıyor… Fakat Hüseyin ve Nur öğretmen, evlatları Nadire, Nur ve Feridun bu dünyada değil.

Dua burcunda bir yerde…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram