‘Kâbil, Habil’le yetinmeyip Ömer’i, Ebuzer’i de öldürmüş müdür?’

KRONOS 22 Temmuz 2017 GÜNDEM

Artı Gerçek yazarı Ayşe Çavdar, 90’lı yıllarda İslamcıların rol modellerinin ‘adalet ve özgürlük’ sembolü Halife Ömer, Bilal ve Ebuzer olduğunu, bugünlerde ise özgürleşmenin yolu olarak zenginleşmenin seçildiğini ve özellikle kadınlar için Hz. Hatice’nin rol model haline geldiğini yazdı.

Çavdar, ”Kabil’in Pişmanlığı’ başlıklı yazısında, ‘Türkiyeli İslamcılar artık pek anmasalar da, İslamcılık’ın adalet ve özgürlük talepleri üzerinden meşrulaştığı 1990’lardaki ilham kaynaklarından biri de İranlı yazar Ali Şeriati idi’ hatırlatması yaparak şu görüşlere yer verdi:

1990’larda dindarların ve İslamcıların üzerinde en çok durdukları arketipler arasında ilk göze çarpanlar Halife Ömer, Ebuzer ve Bilal. Bunu zaten 1990’larda İslamcılık edenlerin çocuklarının isimlerine baktığınızda da görebilirsiniz. Halife Ömer, adaletle hükmedenin, Ebuzer zenginden (ç)alıp yoksula vermeyi görev addedenin, Bilal ise köle iken İslam’a teslim olarak (İslam öncesi hukuktan) özgürleşenin arketipleri. Bu arketiplerin vazettikleri başlıca iki kolektif duygu var, adalet ve özgürlük duyguları. Yani İslamcılık’ın 1990’lardaki hegemonik söyleminin meşruiyet temelinde adalet ve özgürlük duygularına yönelik bir talep ve vaad söz konusu.

Buradan yola çıkarak dindar insan tekini o dönemdeki siyasi birliğe iliştiren kolektif duygunun adalet ve özgürlük duyguları olduğu sonucuna varıyorum. Ömer’in ve Ebuzer’in iki farklı ve rakip adalet duygusunun temsilleri olduğunu söylememe gerek yok. Ömer, hükmedenin, kudret sahibinin, hukuk aracılığıyla düzen kuranın adaletini temsil ediyor. Kamuya ait olanı tasarruf etme erkinin beraberinde getirdiği sorumluluğu dikkate aldığı ölçüde mütevazı ve mütevazılığı ölçüsünde de meşru bir hükümdar Ömer.

Ebuzer, böylesi bir hükümdarın yokluğu ya da elinin ermediği durumda beliren ve daha aşağıdan, keskin hareketlerle ama hukuk nokta-i nazarından koyu gri bir alanda şekillenen bir adaleti temsil ediyor. Ebuzer’in adalet kavramıyla ilişkisi ona öyle bir güç bahşediyor ki, dönemin hükümdarı Muaviye’ye üstelik kendi sarayında ve yine sarayı hakkında meydan okuyabiliyor. Deli muamelesi görmesi bildiğini okumasına mani olmuyor. Aksine bu muameleyi görmese öldürülebilir de. Dolayısıyla ikinci bir düzeyde yine özgürlük, siyaseten doğru olandan bağımsızlık hal ve duygusuna da gönderme yapıyor Ebuzer. Bilal ise köle iken özgürleşmekle kalmıyor, güzelim sesiyle ezan okuyarak Müslümanları bir mescit altında birleştiren ses oluyor. Dolayısıyla yalnız özgürleşmeye değil, aynı zamanda İslam’ın saygınlık ve itibar kazandıran toplumsal sermaye vaadine de gönderme yapıyor Bilal’in kıssası.

1990’larda İslamcılık’a sahip olduğu siyasal enerjiyi kazandıran kolektif/siyasal duygular ve talepler arasında da bu ikisi başı çekiyor: Başörtüsü mücadelesinde cisimleşen özgürlük ve nihayet AKP’ye ad olan adalet.

Geliyoruz bugüne… Bugün İslamcıların kolektif söylemlerinde en çok dile gelen kıssalardan biri İslam peygamberinin ilk eşi Hatice’nin öyküsü. 1990’larda Müslüman kadınların daha çok anmaya başladıkları bu öykü bugün her zamankinden daha popüler. Zengin bir iş kadını olması münasebetiyle, Müslüman kadının özgürleşmesine vurgu yapılan konuşmalarda geçiyor adı. Bu özgürleşmenin Bilal’in kölelikten kurtulmasına pek benzemediğini, piyasa mekanizmasının sınır ve imkânları içinde şekillenmiş bir özgürleşme olduğunu, sonunda erkeğin davasına hizmet eden bir neticeye evrildiğini söylememe lüzum yok.

Habil ve Kâbil kıssası hakkında yapılan yayınların ne kadar çoğaldığını, hatta çizgi film ve dizi de yapıldığını gördüğümde ilk aklıma gelen bu popülaritenin kardeş kavgası korkusundan kaynaklanıyor olabileceğiydi. Fakat sonra iki başka mevzu ile yanyana başka bir mana taşıyabileceği şüphesine kapıldım: İlki fatih ve fetih kavramlarının de bu dönemde popülerleşmesi. Fatih, nam-ı diğer İkinci Mehmet, devletin bekası için kardeş katlini kanunlaştıran padişah. İkinci mesele ise “medeniyet” sözcüğü etrafında oluşan aşırı arzulu söylem.

….

İnsanın aklına ister istemez çok fena sorular geliyor: Şu son birkaç yılda sokaklarda kaç ceset gördük İslamcıların siyasi sorumluluk sahibi olarak başında bulundukları bir idarenin defnedilmesine mani olduğu? Taybet Ana’nın günlerce sokak ortasında kalan cesedi ne söylüyordu kendini şiddete yar ve yardımcı eylemiş İslamcılık ve dindarlık hakkında? Ya bir kız çocuğunun derin dondurucuya sığ(ın)dırılmış bedeni? İşkence edildiği aşikâr bir kadının çöplüğe bırakılmış çıplak bedeni (velev ki “terörist” olsun)? Başörtüsüne özgürlük mücadelesi veren kaç kadın bu bedenin öylece sergilenmesinin ne anlama geldiği konusuna kafa yordu? Gene söylüyorum, velev ki “terörist” olsun bir erkeğin cansız bedenini marşlar eşliğinde bir zırhlının arkasına bağlayıp yerlerde sürükleyen öfkeli, silahlı ve hukukun koruması altındaki gençler hakkında ne düşünmeliyiz? 90 gün açlık grevi yapan Kemal Gün’e oğlunun kemiklerini kargoyla gönderen “idare” kimin soyundan gelir? Çocukların sokaklarda öldürülüp annelerinin meydanlarda yuhalatılması nasıl bir müşterek duygunun tezahürüdür?

Kâbil, Habil’le yetinmeyip Ömer’i, Ebuzer’i ve Bilal’i de öldürmüş müdür?

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com