Kanımızdaki “Türk İslam Sentezi” zehri

CEVHERİ GÜVEN 21 Kasım 2017 GÖRÜŞ

Hrant Dink, Diasporanın her Ermeni çocuğa daha doğuştan itibaren aşıladığı Türk düşmanlığını,  “Türk” kelimesi üzerinden “zehirli kan” olarak nitelemiş ve metoforik olarak kullandığı bu ifadeleri anlayacak zekaya sahip olmayan kişilerce katledilmişti.

Dink’in metoforunu Türk İslam Sentezi bağlamında geniş biçimde Türk sağı için kullanabiliriz.

Türk sağındaki politik hareketler, sivil toplum kuruluşları ve dini örgütlenmelerin tamamı bu zehri taşımaktalar ve yıllar boyu enfekte oldular.

Milliyetçiliğin hatta faşizmin kendini din sosuna buladığı bir sunumdu bu.

En butik halini Büyük Birlik Partisi’nde gördük.

Her Ülkücünün, islamcının, Tarikatçının, Cemaatçinin, dindarın, velhasıl sağcının kalbinin bir yerinde “Muhsin Başgan ve BBP”si küçük ama temiz-saf-sempatik haliyle dururdu.

Büyümese de iktidara gelemese de varlığı pek mühimdi.

Türkiye’nin son yıllarında herkesin ait olduğu safa net biçimde geçmesiyle birlikte BBP’nin efsanesi de Saray’ın yamaçlarına gömüldü.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünden sonra BBP’nin iki genel başkanı oldu. Yalçın Topçu ve Mustafa Destici.

Yalçın Topçu şu an Cumhurbaşkanı Başdanışmanı sıfatıyla Saray’da görevli.

Mustafa Destici’nin çizgisi ise daha bir ilginç.

Ankara’da Dayı’nın Yeri isimli kaburgacıda organize ettiği yemekte Mustafa Destici “partimiz dışarıdan nasıl gözüküyor” diye sormuştu. Ben de “Muhalefet yapmıyorsunuz, Muhsin Yazıcıoğlu’nu Yaşatma Derneği gibisiniz” demiştim.

Yemekte dikkatimi çeken, Destici’nin sık sık o dönem Başbakan olan Erdoğan’la yaptığı diyaloglardan bahsetmesiydi. Bir muhalefet lideri için hayret edilecek kadar sık yapılan görüşmelerdi bunlar.

Sonrasında takip ettiğimiz biçimde Destici son referandumda açıkça “evet” oyu vereceklerini ilan ederek Erdoğan’ın kanatları altına BBP’yi tam olarak soktu.

AKP-MHP-Vatan Partisi-BBP  bloğu o gün bugündür memleketin dümeninde.

Destici koltuğa oturduğu günden itibaren Cemaatle pek sıkı fıkıydı. Cemaat de kapıları ardına kadar açtığı için ne var ne yok –muhtemelen- Saray’a taşınmaktaydı.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun deyimiyle Cemaat’in tarlasının sürülmesinde Destici’nin ne kadar etkisi var gelecekte ortaya çıkabilir.

Lakin esas üzerinde durulması gereken şey, Yazıcoğlu’nun her karanlık olayda farklı cümlelerle de olsa birilerinin partisinin ya da davasının içine sızarak provokasyon yaptığına ilişkin fikirleri.

“Tarla sürme” olarak kalıplaşan bu vaka neden hep BBP’nin başına gelmekteydi?

BBP’nin zihniyetinin ürettiği şeyin “Alperenler” olduğu ortada ve karıştıkları vakalar da malumumuz.

Türk-İslam sentezinin tüm Türkiye sağına yaptığı şey de bu ‘malum’dan başkası değil.

Muhsin Yazıcıoğlu neyse yetiştirdiği nesil de odur.

İki halefinin Erdoğan’a biat edişi Muhsin Yazıcıoğlu’nu satmak değildir, ‘Türk-İslam Sentezi’ni hazmetmedeki başarılarıdır.

Çünkü Türk İslam Sentezi her daim devletin yanındadır. Devletin dizginini kim tutmaktaysa onun halka yaptığı zulüm umur değildir.

Türk sağının, zulüm karşısındaki duyarsızlığını Türk İslam Sentezi yıllar boyu ilmek ilmek örmüştür.

Kürtlere, Alevilere, Solculara karşı yapılan zalimliklere karşı Türkiye sağını Türk İslam Sentezi frenlemiş ve devletin hizasında tutmuştur. Zulme seyirci kalınan tüm bu on yıllar sonunda, bugün sağ kesimin hatta “başörtülü bacıların” yaşadıkları zulüm karşısında da bütün bir Türkiye Sağı pek tabi ki devletin yanında hizalanmıştır bütün duyarsızlıklarıyla.

Türkiye sağındaki bütün politik yapılar ya da dini örgütlenmeler, Türk-İslam Sentezinin milliyetçi hatta faşist olduğunu fark edip arınmadıkları sürece içlerindeki devletçilikten kurtulamayacak ve aynı kısır döngü içinde gelecek adına hiçbir şey vaat edemeyecekler.

Erdoğan’dan her bunaldıklarında “Keşke Muhsin Başkan yaşasaydı” diyenlere, Yazıcıoğlu’nun oğlunun geçen haftaki düğün fotoğrafına bakmalarını öneririm. Sahne sıra sıra AKP’liden geçilmemekteydi. Yaşasaydı Başgan’ın yeri her zaman olduğu gibi devletin yanı olurdu.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram