Nazilerden kaçan tasarımlar Almanya’da

KRONOS 04 Temmuz 2017 KÜLTÜR

MERVE AKAL

Bielefeld’de açılan “Partners in Design” sergisi Bauhaus estetiğini Amerika‘ya sevdiren iki kişi ile tanıştırıyor. Alfred H. Barr ve Philip Johnson hem iki yakın arkadaş hem de 1929 yılında New York’ta kurulan Museum of Modern Art (MoMA) için çalışan direktör ve küratör olarak iki partner.

Kapatılmadan önce Bauhaus’ı ziyaret eden iki arkadaş gördükleri tasarımlara ve eğitim kadrosunun sanat anlayışına hayran kalır. Barr ve Johnson’un özümsediği estetik anlayışı rasyonel, fonksiyonel, makinalar sayesinde üretilmiş ve tarihte bir ilktir. Kunsthalle’nin üst katında dijital yöntemler ile Barr ve Jonson’ın evleri de sergileniyor. Bu iki şahıs insanlara sevdirdikleri estetiği aynı zamanda kendileri de yaşıyordu. Bir yandan iki arkadaşın hikayesini anlatan sergi bir yandan Bauhaus estetiğinin Amerika‘ya yayılışını gözler önüne seriyor.

Barr ve Jonson MoMA da hem sanatsal vizyonlarını gerçekleştirdiler hem de Almanya‘dan kaçan Bauhaus mimarlarına ve sanatçılarına yeni bir yurt sundular. Yeni gelenleri desteklemek icin MoMA sponsor aradıkları bir platform haline geldi. Nazilerin dayatması ile Almanya‘yı terk eden beyin göçü, Amerika‘yı bugün dünyada sanatın merkezi yaptı. Kendileri ve eserleri, unutulmak bir yana yüzyılın tasarımcıları ve tasarımları oldu. Sergiyi gezerken baskıcı rejimlerin, onca zararları yanında, adeta elması kömürden ayıran bir katalizatör olabiliyormuş demeden kendimizi alamadık. Ne de olsa sanat ve bilim özgürlüğün çocukları, özgürlüğün kısıtlandığı yerlerde barınamaz.

Her ne kadar Bauhaus kadrosu Amerika ya geçmiş olsada onlar ve onlara sahip çıkanlar yine ‘Bizim Amerikalılarımız’. Bu yüzden sergilerden birinin adı “Unsere Amerikaner”.

Sergi için 4 yıl boyunca Amerika da özel ve kamusal kolleksiyonlara dağılmış eserler yoğun bir çalışma sayesinde toplanmış. Bir başka deyimle sergi kataloğu aktüel olması ile yeni standart literatürünü oluşturuyor. Serginin Avrupa‘daki ilk durağı Kunsthalle Bielefeld. Sergide tabak, sürahi, mobilya gibi endüstriyel üretimlerin ilk ürünleri yer alıyor. Yıllar önce Marcel Duchamp’ın ortaya attığı‚ güncel eşyalar müze de sergilenince sanatlaşır düşüncesini, Sergi Direktörü Friedrich Meschede bu sergi için geçerli saymıyor. Sergilenen parçalar kendilerinden çok seri üretimin ruhunu yansıtıyor.

YÜZYILIN TASARIMLARI DÜNYANIN EN GÜZEL YAPISINDA

Günlük kullandığımız birçok eşya aslında uzun ve kimi zaman zor bir sürecin ürünüdür.

Biz belki varlıklarının farkında bile değiliz ama bir yerlerde insanlar tabak, bardak, sandalye ve aklımıza gelebilecek her şey için ciddi fikir yürütüyor ve tasarımlar yapıyor.

İşte Bauhaus okulu öyle bir yerdi. Kurucusu Walter Gropius Bauhaus çatısı altında mimariyi, zanaatı, sanatı ve tasarımı bir araya getirip insanların yaşadıkları binaları bütüncül bir sanat eseri haline getirmek istiyordu.

İlk zamanlarında Bauhaus okulu öğrencilerini, önce kursa  alıyordu. Bu kursta öğrenciler çeşitli malzemeler ile çalışıp özgün tasarımlar ortaya çıkarıyorlardı. Daha sonra eğitimleri, teori, pratik ve araştırma üçlüsü ile devam ediyordu. Bauhaus eğitiminin kalbi, atölyelerde atıyordu.

Öğrenciler orada dünyaya bakış açılarını, tasarımlara dökerler ve çeşitli denemeler yaparlardı. Naziler, Bauhaus öğretmenlerini ve öğrencilerini baskı altında tuttu.

Bu yüzden Walter Gropius bir mektubunda öğrencilerine ve öğretmenlerine siyasi aktivitelerden uzak durmalarını özellikle tavsiye etti ve akabinde yasakladı. Bauhaus öğrencilerinden Marcel Breuer hem rahat olması, hem estetiği ile meşhur olan, o demir sandalyelerin tasarımcısı.

Birçok yerde gördüğümüz B32 ve B3 modellerini o tasarladı. “Form und Funktion” isimli denemesinde, kumaş ve minder olmadan hayalindeki sandalyeyi tasarladığını anlatıyor.

Breuer aslında marangoz eğitimi almıştı. Naziler Bauhaus’ı kapattıktan sonra Bauhaus eğitmenleri ve öğrencileri Amerika’ya geçti. Breuer‘da kariyerine Amerika‘da mimar olarak devam etti.

Amerika‘ya geçişi ile Bauhaus estetiği, modern sanatla birleştirerek devrim meydana getirdi. Kunsthalle Bielefeld’in Direktörü Friedrich Meschede bu beyin göçünün sonucu olarak avantgardist ve modernist merkezinin, Amerika‘ya kaymasına dikkat çekiyor.

Meschede sergi ile ilgili Kunsthalle Bielefeld’in binasını bir Amerikalı mimar, Philip Jonson tasarladı. Bu yüzden ben ve benden öncekiler, oradaki aktüel gelişmeleri takip etmek için hep bir gözümüzle Amerika‘ya baktık, diyor.

Ünlü sanatçı, barış aktivisti ve John Lennon’un eski sevgilisi Ono’da, Kunsthalle Bielefeld’in binasını dünyanın en güzel yapısı olarak nitelemişti.

Kunsthalle Bielefeld’in giriş katında Frank Stella nın yaptığı resim duruyor. Bu resim iki sergininde özeti denebilir.

Frank Stella tablo ile motifi birleştiren minimalist bir sanatçı. Buna shaped canvas de denir, yani şekillendirilmiş tablo.

Resimlerinin çoğu, yan yana yerleştirilmiş ve tek renkli şekillerden oluşuyor. Bakış yönü nerde başlar? Eserin sınırları nerde? Frank Stella bir eseri anlamak için sorulan rutin soruları özgün yöntemi ile boşa çıkarıyor.

Stella çerçevesiz açık kompozisyonuyla sanat eserinin çevresi ile diyaloga geçtiğini belirtiyor. Bu diyaloğun aslında insanda bulunan bir algı fenomeni olduğunu gözler önüne seriyor.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram