En önemli eseri Bekir Sıtkı Sezgin

TUNCAY OPÇİN 17 Eylül 2017 PORTRE

Yolunuz hiç İzmir’e düştü mü, bilmiyorum. İzmir’de yaşıyorsanız veya kısa süre için bile olsa İzmir’e uğradıysanız, şehrin merkezinin Konak Meydanı olduğunu hemen farkedersiniz. Meydan İzmir’in kalbinin attığı yerdir. Başka hiçbir şehrimizde olmayan bol virajlı şehir içi yolu Varyant bağlantısıyla, Karşıyaka vapurlarının kalktığı istelesiyle, şehri bir baştan bir başa bağlayan sahil yolu, Mustafa Kemal Paşa Bulvarı’yla Konak, gerçek anlamda şehrin ana meydanıdır. Bağlantı yolları da bu kalbin vücuda hayat verdiği atardamarlar gibidir.

Konak Meydanı, şehrin merkezi olsa da yalnız değildir ve bir şeriki vardır: Hisarönü. Hisar Camii’nin hemen önünde yeralan mütevazi, küçümen meydan İzmir’in geleneksel kültür merkezidir. Şehrin en önemli camiinin bahçe duvarını çepeçevre kuşatan dükkanlar, meydandaki şadırvanın çevresinde yeralan çiçekçiler, Hisar Camii’nin yanıbaşında yükselen Kızlarağası Hanı, tespihçiler, dibek kahvecileri, sünnet malzemeleri, nakış ve oya satan dükkanlar ve meşhur dondurmacısı Mennan’la Hisarönü, eşine rastlanmayacak renklilikte bir yerdir.

Burasını farklı kılan en önemli özellik, Hisar Camii ve çevresinin adeta taşlarına sinen “yaşanmışlık” duygusudur. Hisarönü’ndeki şadırvanda, dönercilerin mesken tuttuğu han duvarlarında, göğü kaplamış sarmaşıkların tellerinde ziyaretçileri alıp götüren bir ruhaniyet vardır. Hiç şüphesiz bu ruhaniyetin oluşmasına en büyük katkı yapanlardan birisi, Rakım Elkutlu’dur.

BABASININ YERİNİ ALDI

Rakım Elkutlu, müzikle uğraşanlar ve müziğe aşinalığı olanların iyi bildiği bir bestekârdır. Altı yüze yakın beste yapmış birisidir. Bu velut bestekâr, bereketli ömrünün 56 senesini Hisar Camii’nde imamlık yaparak geçirmiş, şehrin bu en önemli ibadethanesinde hakkıyla hizmet etmiştir. Ancak Rakım Elkutlu’nun en büyük hizmeti ne yaptığı besteler, ne de imam hatipliğidir. Elkutlu, Türk Sanat Müziği’nin en kudretli seslerinden Bekir Sıtkı Sezgin’i yetiştirmiştir. 1946-1948 yılları arasında Sezgin’i şekillendiren kişi Rakım Elkutlu’dan başkası değildir.

Peki, Rakım Elkutlu kimdir? Sadece “Türk Sanat Müziği bestekârı” diye anmamız, anlatmamız Elkutlu’yu tanımlamaya yeter mi? Bu sorunun cevabını da ben vereyim: Elbetteki yetmez. Elkutlu bestekâr olmanın ötesinde, Hâk aşığı bir mutasavvıf, şeyhlere vekillik edecek yetkinlikte bir sufidir.

Rakım Elkutlu, 1871’de İzmir’de dünyaya gelir. Babası Hisar Camii’nin imam ve hatibidir. Dayısı İzmir Mevlevi Dergâhı’nın en meşhur şeyhi Nurettin Efendi’dir. Rakım Elkutlu, küçük yaştan itibaren müzikle ilgilenir ve gençlik yıllarından itibaren beste yapmaya başlar. Yaptığı besteler ilk andan itibaren büyük beğeniyle karşılanmış ve takdir görmüştür. Elkutlu’nun besteleri “usta işi”dir ve hiçbirisinde özensizlik yoktur. Beste kadar, güfteye de büyük önem vermis, her şiiri titizlikle seçmiştir.

Elkutlu’nun müzikteki ilk hocası amcasıdır. Daha sonra Tanburi Ali Efendi ve İzmir’li Musevi Santo Şikari’den ders görmüş, Zekai Dede’nin öğrencilerinden Hafız Aziz Efendi’den yararlanmıştır. Benim iki satırda anlattığım bu dönem, Elkutlu’nun uzun yıllarını almıştır. Elkutlu, yedi yaşında müzik eğitimine başlamış, ilk bestesini yirmi yaşında, dayısı Şeyh Nurettin Efendi’nin isteğiyle yapmıştır. Bu arada Mevlevi Dergâhı’nda sırasıyla önce nâathan, sonra kudümzenbaşı olmuştur. Babasının vefatı üzerine 1892’de Hisar Camii imam-hatipliğine tayin edilmiş ve ömrünün sonuna kadar bu vazifeyi yerine getirmiştir.

ARADIĞINI İZMİR’DE BULDU

Rakım Elkutlu, dönemin gereği geleneksel meşk yani usta-çırak ilişkisiyle müzik öğrenmiş ve ömrünün sonuna kadar da bu usüle bağlı kalmıştır. O yüzden yaptığı bestelerin öğrencileri tarafından notaya aktarılmayanları zaman içerisinde kaybolmuştur. Elkutlu, nota öğrenmeyi reddetmiş ve bu yöntemin Türk Sanat Müziği’ne uygun olmadığını, müziğin ruhunu yokettiğini ileri sürmüştür.

Elkutlu, dönemin sosyal ve siyasal çalkantılarından uzak kalmış ve belki aldığı tasavvuf terbiyesi, belki de sanatçı kişiliğiyle hep ayakta kalmayı başarmıştı. Çevresinde sevilen, sayılan Elkutlu, dönemin ünlü hanendeleri Safiye Ayla, Sabite Tur Gülerman gibi isimlere bestelerini vermiş, eserlerini okumalarına müsaade etmişti.

Ancak Rakım Elkutlu’nun en büyük eseri, hayatının son demlerinden tanıştığı Bekir Sıtkı Sezgin olacaktı. Sezgin de, Elkutlu gibi müziğe aşina bir muhitte doğmuş, büyümüştü. Küçük yaştan itibaren müzikle uğraşan Bekir Sıtkı Sezgin, teyzesini ziyaret için gittiği İzmir’de 1946’da Rakım Elkutlu’yla tanışmıştı. Sezgin, kısa süre içerisinde Elkutlu’nun müzik tavrını ve tarzını almıştı. Elkutlu, o sıralarda ilerlemiş yaşının getirdiği sağlık sorunlarıyla uğraşmasına rağmen Bekir Sıtkı Sezgin’i hiç ihmâl etmemiş, bu gence bütün bildiklerini öğretmenin yolunu bulmuştu. Sezgin, hocasına duyduğu büyük saygı ve sevgi yüzünden İzmir’e yerleşecek, daha sonra kurulan İzmir Radyosu’nda görev alacaktı.

Bekir Sıtkı Sezgin, hep merak ettiğim, dinlemek için kayıtlarını bulmakta zorlandığım bir isimdi. Popülerlikten ısrarla uzak duruyor, adeta kaçıyordu. 1990larda bugünkü teknoloji olmadığı ve kimse arşivini kolay kolay açmadığı için Bekir Sıtkı Sezgin’in icralarına, okuyuşlarına ulaşmak mümkün olmuyordu.

Bir fırsatını yakalayıp, tanışıp, aşina olmak isterken Bekir Sıtkı Sezgin’in vefat haberi geldi. Kanal7 ekranında, Sezgin’in kaybı altyazıyla verilmişti. Ertesi gün kalabalık bir cemaatle cenaze namazı kılındı ve Sahrayı Cedit Mezarlığı’na defnedildi. Tabutunun başında bir “tac-ı şerif” bulunduğunu gayet net hatırlıyorum. Bu Sezgin’in manevi kimliğini açıklayan bir işaretti.

Bekir Sıtkı Sezgin, anlaşıldığı kadarıyla Rakım Elkutlu’dan sadece müziğin sırlarını öğrenmemişti. Müzisyen kimliğinin arkasına manevi kişiliğini yerleştiren ve bu konuda oldukça ketum davranan Elkutlu’nun yolu Bekir Sıtkı Sezgin üzerinden ilerlemişti. Rahmetle andığım musikişinas ve Sezgin’le dostlukları bulunan Faik Bilgi, Elkutlu-Sezgin ilişkisinin usta-çıraklıktan öteye mürşid-mürit ilişkisine evrildiğini anlatmıştı.

Rakım Elkutlu 4 Aralık 1948’de vazifesini tamamladı ve “Hamuşân”a karıştı. Bekir Sıtkı Sezgin ise 10 Eylül 1996’da bir sonbahar günü vuslata nail oldu. Bu yazı da bu ölümün sene-i devriyesini, yıldönümünü hatırlatmak için kaleme alındı.

Hayatlarını büyük bir mütevazilik içinde “sır”layarak geçiren her iki ismin “himem-i âliyeleri” üzerimize sayebân olsun. Allah, şefaatlerine nail eylesin…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram